İnsanın en büyük gebeliği yalnızlığaydı.
Sanki karnının altında bir şeytan taşımaya benziyordu yalnızlık. Dokuz ay sonra seni öldüreceğini bildiğin bir bebeği sevmeye çalışmak gibiydi. Ne yesem kusmak istiyordum geleceğin bağrına. Parmaklarını suya daldırıp suratıma fırlatıyordu peder ve bebeğin tüm günahlarını sırtlanıyordum.
Benim kaderimde bu vardı. Yalnızlık için doğmuştum. Sevilmemek için, kabul görmemek için yaşıyordum. Duvardan duvara savrulan, deli sanılan sarhoşlar gibiydim. Beni yalnızlığın içinden almak kolaydı belki de ama ben yalnızlığı içimden çıkaramıyordum.
Zayn'e kendimi asla kabul ettirememiştim mesela. Onun beni sevebilecek olma fikrine kendimi öyle safça inandırmıştım ki, Tanrı bana acımış olmalıydı. Belki günahlarıma kefaret olurdu bu aptallığım. Şeytanlar bana kıs kıs gülünce, babam bana acıyarak başımı okşayınca, birileri benim yerime telafi ederdi sevgisizliğin yoksunluğunu. Ben ne kadar eksiliyorsam, birileri o kadar taşıyordu insanlığın kalbinden. Aşağılanmıştım. Aptal yerine konmuştum. Sevginin en fakir olduğu diyarlarda yaşamış, sefalet çekmiştim yüreğim acıktım diye guruldarken. Sadece anneler gününde hatırlanan bir anne, sadece sevgililer gününde hatırlanan bir kadın olmuştum ben; sevgi birilerinin benimle dalga geçer gibi önüme attığı kuru ekmekten fazlası değildi.
Belki de sorun en başından beri bendim. Çocuklarım bana ikinci bir şans olmuşken, onları da elimden kaçırmıştım. Zayn beni seçmemişti, Jane beni seçmemişti. Bu geceden sonra belki Jake'de beni seçmeyecekti. Hiçbir zaman iyi bir evlat olmamıştım, hiçbir zaman iyi bir anne de olamayacaktım. Bir yatağın üzerinde kıvrılmış ateşler içinde uzanırken bunları düşünmek kolaydı. Sanki hayat daha kısa görünüyordu. Pes etmek daha kolaydı. Yarım bir bilinçle dünyayı kırk derecelik bir odadan izlerken, başımdaki bu felaket ağrının beni sarhoş etmesine izin verirken ve burnum tıkanıp nefes almamı engellerken düşünceler çok sabit kalmıyorlardı.
Gece lambasını kapatmalarına izin vermemiştim. Oldum olası sarı ışıklar bana iyi gelirdi. Gözümü çok yormasın diye Jake onu biraz uzaklaştırmıştı ama yine de odayı görmeme yetiyordu. Birkaç saat önce Jane'i burada deli gibi ağlatmıştım. Benden belki tekrar, defalarca kez nefret etmişti. Ama uzanırken, bunu da pek umursayamadım. Cenin pozisyonunda kıvrılmıştım. Dünya çok küçük görünüyordu. Sanki sadece bu odadan ibaretti. Benden başka kimse yoktu. Arada babam gelip alnıma ıslak bez koyuyor ve tekrar ortadan kayboluyordu, Jake kapıdan başını uzatıp kontrol ediyordu ama bundan ibaretti. Yalnız ve huzurluydum.
Acaba nasıl bir hayat beni mutlu ederdi? Bu soruyu kendime o kadar çok soruyordum ki, artık bir şeyleri değiştirmek için çabalayacağım zamanın geldiğini hissediyordum. Belki de bencil olmalıydım, bu da umurumda değildi. Gerçekten Jane babasıyla mutlu bir hayat sürecekse belki Amerika'ya dönmeli, keyfime bakmalıydım. Üstelik Jane bana her daim beladan başka bir şey olmazdı. Sürekli konuşurdu, sürekli konuşan insanlardan nefret ederdim. İstekleri asla bitmezdi, hem acıması da yoktu. Ama ne zaman bunları düşünsem birden ağlamaya başlıyordum.
Zayn'den ayrı kaldığım on sene bana bir şeyler öğretmiş olmalıydı. Artık hayır demeyi öğrenmiş ve onsuz yapabilmeyi başarmış bir kadın olmalıydım. Ama birbirimizi hiç görmememiz, ondan ayrı kaldığım anlamına gelmiyordu. Onun doğum günlerini tek başıma kutlayıp, onu özlediğim de onun en sevdiği yemekleri yapıp, kokusu artık yok olmuş olsa da ondan çaldığım tişörtlerle uyuyarak arkamda bırakmıştım on seneyi. Zayn'i sevmeyi bırakmak imkansızdı. Zayn'i içimden atmak imkansızdı. Fakat bununla yaşamayı öğrenmeliydim. Kafamın içinde küçük küçük cinler bana hep arzularımı fısıldarken sesimi gür tutup hayır demeye kendimi zorlamam gerekiyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
weapons and traumas 2 || zm
FanfictionWEAPONS AND TRAUMAS 2. KİTABIDIR! "Lives in dreams and self-told lies, She saw world through jaded eyes. What can she do? It's her life."