Bu berbat günden sonra kafeye gitmek üzere durakta bekliyordum. Biraz rüzgar esiyordu. O an gerçekten sigara içmek istiyordum. Ağlamaktan bitap düşmüştüm. Gözlerim sızlıyor, başım ağrıyordu.
Otobüs her zamanki gibi tıka basa dolu geldiğinde otobüse bindim. Yolculuk boyunca hiçbir şey düşünmedim. Ne eve gittiğimde başıma gelecekleri ne de Luthien'i. Luthien'i gerçekten düşünmediğim bu nadir an hala aklıma geldikçe beni üzüyor.
Kafedeye girdiğimde yağmur çiselemeye başlamıştı. Erdem son servislerini yapıyordu. Servet ise kasanın arkasında telaşlı bir mizaçla bir o yana bir bu yana hızlı adımlarla gidip geliyordu. Beni gördüğünde şaşırdı ve eliyle beni yanına çağırdı.
"Oğlum neden haber vermeden birden istifa ediyorsun? Ben kimi bulacağım şimdi? Bu akşamlık Erdem'den rica ettim, derslerini ekecek. Ayıp değil mi çocuğa?" Bu söyledikleri karşısında şaşkınlıkla kalmıştım.
"Ne istifası ya? Valla ben duymadım öyle bir şey."
"Annen aradı ya, artık çalışmayacakmışsın."
Ağzım açık kalmıştı. Herhalde artık paraya kıyıp beni çalıştırmamayı planlamışlardı. Tabii ki öyle değildi. Akıllarınca beni cezalandırmaya çalışıyorlardı. Ancak hayatıma karışamazlardı; 16 yaşımdaydım.
"Benim haberim yok. Ben yine de siz yeni birisini bulana kadar çalışayım. Kaç gün sürerse... Eve gidince konuşurum annemle."
"Kötü bir şey olmadı ya?"
Sadece omuz silkmekle yetindim. Önlüğümü giyip çalışmaya başladığımda Erdem pek sevindi. Hemen hazırlandı ve yine selamsız çıkıp gitti.
İş günüm de berbat geçmişti. Çünkü ağlamanın verdiği durgunluk geçmiş, bir sürü sorularla içim kemiriliyordu. Muhtemelen tüm para kaynağımı keseceklerdi. Belki okulumu değiştirirlerdi, belki telefonumu ve bilgisayarımı elimden alırlardı. Ancak işim bittiğinde ve eve döndüğümde en kötü beklentilerimin de ötesiyle karşılaştım.
Kapıya geldiğimde sağanağa dönen yağmurla sırılsıklam olmuştum. Hava zaten karanlıktı. Kapüşonumun önünden çıkan saçlarım ıslanmış ve yüzüme yapışmıştı. Anahtarımı çantamdan çıkardım. Ellerim soğuktan mı yoksa korkudan mı bilmediğim bir sebepten deli gibi titriyordu. Mümkün olduğunca sessiz olmaya çalışarak kapıyı zar zor açtım. Aceleyle Girip kapıyı arkamdan kapattım. Annem kapının önüne bir sandalye çekmiş, yıkılmış bir halde oturuyordu. Salondan gelen loş ışık yüzünün sağ tarafını karanlıkta bırakıyordu. İş makyajını silmeniş, göz makyajı bayağı bir akmıştı. Babam ise yanında dikilmiş, bir eli omzundaydı. O an bu sigara olayını gerçekten çok büyüttüklerini farkettim.
Bir süre karşılarında dikildim. Titremem daha da artmıştı. Annem yüzüme bakmadan ayağa kalktı ve yanıma geldi. Hiç beklemediğim bir anda suratıma tokadı yapıştırdı. Acı ve şaşkınlıkla elimi yanağıma götürdüm. Gözlerim tekrardan sulandı. Hiçbir şeyi net göremiyordum. Oldukça sessiz ve yavaşça konuşmaya başladı. Sıktığı dişlerinin arasından konuşuyor ve sesi titriyordu.
"Biz senin için saçımızı süpürge ettik, kendi hayatını kurmana, kendin için çalışıp para kazanmana izin verdik ve sen bize bütün bunları bu şekilde ödüyorsun. Kendi geleceğin için biriktirdiğini sandığımız paraları kendini zehirlemek için kullanıyorsun. Lanet olsun senin gibi yüz karası çocuğa..."
Ve beni orda bırakıp çekip gitti. Babamla baş başa kalmıştım. Bir tokat da o attı. Tabii onun eli çok daha ağır olduğundan dengemi tamamen kaybedip yere kapaklanmıştım. Karnıma da bir tekme attı. Öğürme ve öksürmeyle karışık birkaç dakika geçirdim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Burnt by the Moon (Gay)
Teen FictionSosyal aktiviteler ve mutlu olmak hariç her şeyde başarılı olan Hazar'ın yıkıklık maceraları. Hikaye sona bağlanmadı ama yazmaya devam etmeyeceğim. Kapak bana ait değil. julykings mahlaslı bir Tumblr sayfasından aldım.