2. BÖLÜM RUH-U İZMİHLAL

522 136 263
                                    

Çaresizlik

Sonradan duyma yetisini kaybetmiş bir kızın kalabalık bir ortamda ağızlarını okuyup ona denileni anlamaya çalışmasıydı. Ne kadar anlamaya çalışsa da boynu bükük bir şekilde sırtında yumruklar eşliğinde o ortamdan atılmasıydı. Ben sağırdım, onlar ise bana bir şeyler anlatmaya çalışıp, anlamadığım zaman sırtımda yumruklar eşliğinde kovan canavarlar.

Acımı bilircesine şiddetle çiseleyen her bir yağmur taneleri gerçekleri yüzüme vurur gibi çarpıyordu. Acı omuriliğimden aşağı doğru nüksedip bedenimi ele geçiriyor bedenime hükmediyordu.

Acı bedenime hükmediyordu.

Yaşamın gerçekleri karşımda tahtını kurmuş yıkılışımı büyük bir keyifle seyre dalıyordu. Bazen bunları hak edecek ne yaptım diye düşünür insan, bazen de bunları hak edemeyecek kadar ne yaptım? Ben ise; bunları hak edecek ne yaptım diye düşünüyordum. Bunca zamandır suskunluğumun, boyun eğmemin karşılığı bu olamazdı. Olmamalıydı da.

Rüzgârın sert esintisi çıplak kollarıma değdi ve tüylerimin ürpermesine neden oldu. Yağmurun sert çiseleyen taneleri bir tokat gibi yaşamın gerçeklerini, çöküşümü yüzüme vuruyordu; gerçekler bunlar artık kabullen dercesine.
Bu şekilde gitmelerini kabullenmek kolay mıydı gerçekten? Ardına bakmadan sadece gidişlerinin arkalarında bıraktıkları yağmur ve toprağın karışımıyla oluşan çamurun belli belirsiz ayak izlerini izlemek bu kadar kolay mıydı? Yere düşen iri damlalar çamura dönüşmüştü. Çamurda belli belirsiz ayakkabı izlerinden oluşan bir irkinti vardı. Bu irkinti yavaş yavaş siliniyor daha büyük bir irkintiyi oluşturuyordu.

Onlar benim bu dünyada sahip olduğum en özel varlıklardı. Onlar bana Tanrı'nın birer armağanıydı. Şimdi ise sadece arkalarında bıraktıkları çamura bulanmış belli belirsiz ayakkabılarının silik izleri. Kedilerin nankör olduğunu söyler insanoğlu. Oysaki asıl nankör insanoğluydu. Git gide kaybolan silik izlere baktım. Her ne kadar kırgın olsam da değer verdiğim ailem sabahın erken saatlerinde gözlerimi yeni bir haftaya açtığımda yoklardı. Bir insanı bırakıp gitmek bu kadar kolay olmamalıydı, olamazdı. Ansızın gitmeleri benim yıkılış sebebimdi.
Çamura bulanmış ellerim bir bataklığa girmiş gibi daha çok çamurla birleşiyor, gömülüyordu. Ellerim çamura gömülmüştü. Lacivert geceliğim çamura bulanmıştı. Yağmurla birlikte yanaklarımdan aşağı gözyaşlarım usulca süzülüyordu. Tek fark yağmur şiddetli, gözyaşlarım usulca süzülüyordu. Yağmurun taneleri gerçekleri yüzümden aşağı şiddetle yüzüme çarparak süzülürken gözyaşlarım kafamdaki hayalin gerçek olması ümidi ile usulca süzülüyordu. Lakin yağmurun taneleri daha da hükümdardı gözyaşlarımdan. Çünkü gerçek, gerçekti; hayal ise hayaldi.


Şiddetle çakan şimşek beni korkutmuyordu artık. Çünkü beni en çok korkutan şey ailemi kaybetmemdi. Ölmemiş olabilirler belki ama arkalarına bakmadan beni öylece bırakıp gitmeleri de ölümden sayılmaz mıydı? Artık hayatımda değillerdi. Olmayacaklardı da. Ta ki o gizemli oyunu çözene kadar. Bu oyun saçmalığı hakkında hiçbir bilgiye sahip olamamak beni daha çok yıpratıyor, bilinmezliğe sürüklüyordu. Küçükken oynadığımız saklambaç oyununa benzer miydi acaba? Ya da evcilik? Arkalarında bıraktıkları belli belirsiz bir not ve silinen ayakkabı izlerinden başka hiçbir iz yoktu. Bir ipucu bulmak, onlara ulaşıp bunların bir şaka olduğunu söylemelerine, oyun saçmalığının olmadığını söylemlerine ihtiyacım vardı. Fakat evi alt üst etmeme rağmen hiçbir ize rastlamadım. Tek ipucu; sağ kenarı yırtık, mürekkeple yazılmış bir mektuptu. Mektubun her bir sözcüğünü okuduğumda gözyaşlarım intihar etti gözlerimden. Mürekkeple yazılmış kelimeler dağıldı yalnızlığıma. Kenarın yırtıklığı yarım kalmışlığımın bir göstergesiydi belki de.

Eksik cümleler ve yarım kalmış bir açıklama...

Doğru dürüst açıklama yapmamaları beni daha da çıkmaz yola koymuştu. Ne yapacağımı bilmiyor olmak aklımı kaçırma sebebim olabilirdi. Şimşeğin bulunduğum yeri aydınlatması ve bulunduğum durumu yakarırcasına çakması benim yakarışımdı. Şimşeğin güçlü ışığı içimdeki ruhun bir zamanlar sahip olduğu ışıktı. Yıllar önce bir ruh vardı bedenimde. O ruh etrafa neşe saçan bir ruhtu fakat ablamla yaşadığım o olaydan geriye bana kalan; şimşek gibi zikzaklı bir ışık olmuştu. Bir an ışık saçan, bir an karanlığa bürünen bir ruh olup çıkıvermiştim. Anım, anımı tutmaz olmuştu.

PİNHANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin