Başladığın tarih ve saati buraya not eder misin? :)
Soğuk. Soğuk, damarlarımda gezen kan, zihnime dolan anılar, geçmişimin pençe izleri. Soğuk, unutmak için direndiğim, kayıp bir çocuğu yeniden bana hatırlatırca ayaz kokusunu dolduruyordu ciğerlerime.
Ne kadardır burada oturduğumu bilmiyordum. Her zaman olanlar olmuştu, eve sadece yarım saat geç geldim diye yediğim orospu damgası, bağırmalar, sonunda ölüm tehditleri ve sokağa atılmanın ardından yine her zamanki gibi çocukluğumun perili evinin önünde, boş arazinin yokuşa, yokuşun aşağısındaki parka bakan tarafına değilde evin arkasına, elektrik kablolarıyla bağlanmış eski kapısının önüne oturmuştum.
Bu ev kendimi bildim bileli burada, bu haldeydi. İki katlı evin duvarlarının boyası çoktan kalkmış, duvarlarına sokak çocuklarının siyaset, aşk hakkında yazdığı sözler sprey boyayla yazılmıştı. Camlar yerine tahtalar yarım yamalak konmuştu. İkinci kattaki yatak odasının tahtaları tamamen kapatıyordu sadece camı. Bu eve sığınmış kimsesiz, keş insanların o odayı neden özellikle böyle bi hassasiyetle gizlediklerini hiç umursamamıştım.
Onlar gibi, ben de kimsesiz hissettiğimde bu eve geliyor, kapısının önüne kıvrılıp oturuyordum.
Gece gökyüzüne sinmişti, ancak karanlık çöktüğünde ruhum aydınlanıyor, kendimi ancak karanlığın yarattığı ışıkta görebiliyordum. Tıpkı soğuğun bana unutmak için savaştığım o çocuğu; kendi çocukluğumu hatırlattığı gibi.
Kaç saattir buradaydım? Saat kaçtı? Üşümüş müydüm? Bu ayazda kısa kollu tişörtümle oturmuş, montumu elimde tutuyordum. O an fark ettim, tüm bedenim öyle uyuşmuştu ki soğuktan titreyemiyordum bile. Gözlerim açık kalmak için bir savaş veriyordu lakin beynimle bağım tamamen kopmuş gibiydi. Kendimi cennet ve cehennemin ortasında, o iki kapının arasında hissettim. Azrail'in nefesi ısıtır mıydı tenimi? Isıtmasını umut ettim.
Yokluğa karışır gibi hissettiğim an, çalıların arkasındaki gölge beni yokluğun avuçlarından sertçe çekip aldı. Korku nabzıma dayandı, damarlarım tenimi zorladı. Bu evde yaşayan insanları tanıyordum. Hayatla bağları yitip gitmiş, bir bağımlılığın pençesinde, bağımlılıkları sonları olacak birer platonik aşıktı hepsi. Aşkları; esraraydı. Belki kokain, belki eroin. Anlamazdım bile neyin ne olduğunu.
Yaşım on beşti. Çocuktum.
Birdenbire zorla da olsa ayağa kalktım. Uyuşan bedenim korkunun yarattığı adrenalinin etkisiyle beyin sapımın harekete geçmesine sebep olurken, beyin sapım görevini başarıyla yerine getirdi ve korkunun, kurtulma isteğinin etkisinde hızlı ancak boyumdan dolayı küçük adımlarla evin yola bakan tarafına hızla ilerledim.
Ağaçların arkasında dikilen beden kıpırtısızdı. Bir ses yoktu. Emin olmak için başımı hafifçe yan çevirip baktığım, yine aynı yerde bir dağ misali dimdik duran gölgeyi gördüm. Bir an sonra yoldan geçen bir arabanın farı, kısacık, zamanın bile yok saydığı bir sürede o yüzü aydınlattı.
Zihnim kül olmuş gözler hariç hiçbir şeyi algılayamadı. Gri hareler öyle farklıydı ki, seçmemek elde değildi. Korkuyla nefesimi tuttum ve artık koşmaya başladım. Hafif yükseklikle olan evin bahçesinden, direkt yola atladığımda sertçe kapaklanmıştım betona.
"Ah..."
Dudaklarımdan kaçan nida kanayan avuç içlerimden mütevellitti. Avuç içlerim sürtünmenin etkisiyle soyulmuş, kanıyordu. Umursamadım ve koşar adım yolun aşağısındaki, yokuşun sonundaki parkın solundaki dar yola dikilmiş apartmana hızla girdim.
Evime.
Apartman eskiydi. Kapısı bozuktu, açmak için itmek yeterdi. Otomatik değildi. Korkuyla birkaç saniye apartmanın giriş katında soluklandıktan sonra babamla yüzleşmekten kaçarca küçük adımlar attım üçüncü kata.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cellat -daddy +18
ספרות נוערVe ben, ruhuna bir suskunluk biçilmiş o küçük kız çocuğu. Onun için yetersiz, çok küçük olduğumu biliyordum. Tıpkı ondan başka çarem olmadığını bildiğim gibi. Kapısının önündeyim. Kapıya yasladığı heybetli bedeni, gözlerinden akan yorgunluk, her za...