GİRİŞ

738 98 254
                                    


GİRİŞ

🎶Model- Pembe Bir Mezarlık 🎶


13/04/2014

Çığlık çığlığa can çekişen ruhunu dinledi.

Öleceğini bile bile... dinledi.

Sustu.

Paramparça oldu.

Yine sustu.

Tükendi.

Diz çöktü ruhunun kanlı cesedinin başucuna.

"Kalk,"dedi.

"Bırakma," dedi.

Ama o çoktan buz kesmiş bedenini terk etmişti.

Yıkıldı .

Diz çöktüğü yerden kalktı çünkü onun için ölmek toprağa bir ceset vermek değil bu hayattaki tek varlığını kaybetmekti.

Kanayan dizlerinin acısını ancak annesi öpünce geçerdi.

Bekledi .

Ona gelmesini diledi.

Gelip sımsıkı sarılsın, kanayan ruhundan öpsün, tekrar nefes alabilsin istedi.

Bekleyecekti...

Gelsindi....

Özlemişti...

Genç kız hastane koridorunda sırtını duvara yaslamış , ritmik bir şekilde öne arkaya sallanıyor, " sen de gitme." diye tekrar edip acının yüzüne giydirdiği çaresizlik maskesiyle ameliyathane kapısını izliyordu.

Kocaman bir kabusun içindeydi sanki kendini bulamıyor, düşüncelerimi ulaşamıyordu. Acı bütün bedenimi sarmış gözyaşları yüzüde kavisler çizerek zemine damlıyordu, çıkardığı rahatsız edici ses onu daha çok ağlamaya itiyor, kendimi durduramiyordu.
Biran önce içindeki yangın sönsün , annesi gelsin istiyordu.

Saatlerdir bekliyor ama kimse hiçbir şey söylemiyordu. Aldığı her nefes ciğerlerini tüketen sigara dumanı gibi yakıyor , yavaş yavaş tüketiyordu.

Delirdigini düşünmeye başlamıştı, zira aksi olursa pembe bir mezarlığa ,şekerden tabutta annesini Tanriya teslim etmek onun için intihar olurdu.

Yaslandığı duvarda iyice küçülüyor
düşüncelerine tasma takmaya çalışıyordu. Artık kendine gelmesi ve annesini ayakta sağlam durarak beklemesi gerekiyordu. Uyanınca azarlanmak istemezdi değil mi?

Keşke dedi içinden. Olsa da azarlasa.

Keşke keşkeler hiç olmasa.

Keşke.

Elleriyle duvara tutunarak. uyuşmuş bedenini buz gibi zeminden kaldırdı. Zeminin soğuğunu mıknatıs gibi çeken bedeni , morktaki cansız bedenlerin soğuğu gibiydi.

Bir adım attı uyuşan ayakları yüzünden yalpaladı ama hiç umursamadı. Yürüdü attığı her adımda , hayatın attığı okkalı tokadın acısını yanağında hissediyordu.

Tuvaletin önüne gelince titreyen elleriyle kapının kulpunu çevirdi , gıcırdayarak açılan kapıyı biraz daha ittirip içeri girdi. İçerde birkaç kadın ve on yaşlarında bir kız çocuğunun varlığı bile onu hiç ilgilendirmedi. Aksi olsa kimsenin olduğu ortamda ağlamaz bunu bir zayıflık olarak kabul ederdi. Ama şimdi zaten hiç olmadığı kadar zayıf ve yönünü kaybetmiş çaresiz bir kızdı. Ona yönünü buldurabilecek bir yıldız arıyordu ama bilmediği bir şey vardı," Karanlık gecelerde yıldızlar olmazdı."

Olmasındı zaten, o güçlü bir kızdı ya da öyle olduğunu düşünüyordu. Kahretsin!

Değildi.

Olamıyordu.

Şimdi ne kadar çok isterdi güçlü durabilmeyi, ya da öyleymiş gibi yapabilmeyi.

Lavaboya doğru yürüdü. Elleri titreyerek musluğu açtı
avuçlarını birleştirip suyun altına tuttu. Elleri titriyor avucundaki su lavaboya dökülüyordu.
Titreyen elerine dolan buz gibi suyu yüzüne çarptı. Suyun soğukluğu buz kesmiş vücudunun titremelerini artırmıştı ve elleri bir bağımlının elleri gibi titriyor , gözleri her şeyini kaybetmiş gibi duygusuz bakıyordu.

Başını kaldırıp aynaya bakınca, yüzünden akan soğuk su damlaları gerdanından aşağıya akarak giydiği ince gömleğini ıslatıyordu.
Saatlerdir ağladığı için nemli olan kirpikleri şimdi daha da nemlenmiş gözlerini açıp kapatmada zorluk çekiyordu.

Gömleğini parmak uçlarına kadar çekti ve sert bir şekilde gözlerini sildi . Gömleğin sert kumaşı yüzünden gözleri sızlıyordu. Şu anda çekeceği hiçbir fiziksel acı o ruhsal çöküntünü kadar ona azap veremezdi.

Düşünsenize sevdiğiniz birinin gitmesine mani olamıyorsunuz. Giderken kendinden neler bırakıyor, sizden neler alıyor bilemiyorsunuz. En zoruda bu ya asla bilememek bu bilinmezlikle yaşamak.

Daha doğrusu yaşayamamak.

Duvarlar üstüne üstüne geliyordu. Bulundu her ortam şimdi ona yabancı geliyordu.

Tuvaletteki bir avuç insanın onun duymadığını düşünerek yaptığı aptalca imalar ya da aptalca bir acıma duygusundan dolayı söyledikleri harhangi bir kelime onların sadace vicdanlarının körelmedigini kendilerine kanıtlama çabasından başka bir şey değildi.

Onun ne kendisine acıyacak ne de teselli edecek birilerine ihtiyacı yoktu.

Daha fazla duramayacağını anladığında kendini dışarı attı.

Koridorda yavaş yavaş yürüyüp amaliyathane kapısının ulaştı. Kapının yanındaki üçlü sandalyeye oturup saatlerdir gerçekleştirdiği oturma eylemine devam etti.

Aniden açılan ameliyathane kapısıyla ayağa kalktı. Pür dikkat doktorun ağzından çıkacak herhangi bir olumlu sonuç duymayı bekledi.

Doktor kızın gözlerine bakıp onu çorak topraklarda kuruyup kalmış bir damla suya muhtaç çiçeğin, acımasızca koparılması gibi hayattan koparmıştı.

Halbuki onun tek istediği bir damla suyken, hakettiği ucuz bir ölüm olmuştu.

Kulaklarında defalarca aynı ses yankılandı," Ameliyat çok zorlu geçti, hastanın hayati tehlikesi devam ediyor, beklemekten başka bir çaremiz yok. "

Çaresizdi, saatin yelkovanına sıkışmış , saniyeler bir bir boğazına takılıyordu.

Nefes alamıyordu.

Bu dunyada herkes için hiçken biri için her şey olmak , işte budur insanı ayakta tutan.

Şimdi ne onu ayakta tutan?

__BAŞLANGIÇ__

Arkadaşlar birinci bölümü anlayabilmek için girişi mutlaka okuyun. Beni takip edip kitabımı beğenip yorum yapmayı unutmayın.

SEVİLİYORSUNUZ

ESARET ALTINDAKİ RUHLARHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin