BÖLÜM -1-

821 53 63
                                    

BÖLÜM ŞARKISI
SEZEN AKSU: AHDIM OLSUN




Uçurum kenarında yeşeren ot gibiyim
Köklerimi söküyor yağan yağmurlar,
Rüzgârlarla savrulup kayalara çarpıyor,
İnciniyor bedenim.
Tutunmak istiyorum hayata,
Yağmurlara, rüzgârlara inat.

Kurumaya yüz tutmuş göldeki balık gibiyim
Hayatın adı su benim için,
Her geçen gün azaldıkça mahvolduğum.
Çare arıyorum kendimce
Sığ sulardan kaçıp derinlere dalmak istiyorum.
Tutunmak istiyorum hayata,
Kuraklığa inat.
                                    -FAHRETTİN PETRİÇLİ-







Hayat, bazen öyle oyunlar oynar ki insana, nereden tutsak elimizde kalır. Hayat bazen öyle oyunlar oynar ki insana, rüzgarlar alıp oradan oraya savurur, dalgalar seni alıp bilinmez bir kıyıya vurdurur. Hoyratça.

Acırız..

Kanarız..

Bazen de kanatırız.

Gitmek, kaçmak isteriz fakat, o acı bir türlü peşimizi bırakmaz, gittiğimiz yerde bulur bizi. Fakat, yine her şey bizim elimizdedir. Bir yol ayrımıdır burası. Ya durup olduğumuz yerde sayar geçmişin karanlığına gömülürüz, ya da.... Geleceğin aydınlığında, o çetin dikenli yolda başımızı kaldırır yürürüz. İnadına, tüm yaşanmışlıklara.

Alışırız zamanla.

Acıya alışmak herşeye alışmaktır. Hayatta kalabilmenin, zorluklarla baş etmenin ön koşulu gibi. Üstelik içten içe kanarken baş edersin tüm o zorluklarla.

Bazen bir şarkıyı bir daha asla dinleyemeyeceğini söylerken kendini yüksek sesle o şarkının içinde bulmak, bazen ise gözlerinin dolmasına, çenenin titremesine engel olmaktır.

Acı eşittir hüzün.

Acı eşittir ağlamak.

Acı eşittir acıya alışmak zamanla.

Acı eşittir hayata alışmaktır, kahrederek de olsa.

Bu alışkanlığın yok olması demek eriyen bir mum gibi yavaş yavaş yok olmak demek. O cılız ışığı söndüren olmadığı takdirde..

Tam da hayattaki en büyük meşgalesinin insanları güldürmek ve eğlendirmek olduğunu bildiğimiz o rengarenk kılıklı palyançonun dediği gibi;

'Ağlayamadığın için gülmek' gibi...


                                     

"Mecbur muyum lan ben!" Diyerek Oktay, savaşa son çağrı borusu gibi yüksek sesiyle gürlediğinde, sesi yürüdüğümüz koridorda yankılanmıştı. Esnedi. "Abi mecbur muyum ya!"

Sevil, "Zorunda mıyım... Zorunda mıyım?" Diye şarkıyı melodisiyle dövünür gibi başını iki yana sallayarak söylediğinde Oktay'a destek çıkmıştı. Gülümsedim. Taner Hoca'nın dersinden çıkmıştık ve kesinlikle haksız değillerdi. Her ders çıkışında dönemin şanslıları olarak aynı muhabbeti döndürüyor olmamız, hocanın her dersinde uyuklayacağımız gerçeğiyle yüzleşmemize sebep oluyordu.

"Mecbursunuz da, zorundasınız da!" Melis şahsına münhasır bir sertlikte yanımızdan konuşarak ilerlediğinde, topuklu ayakkabılarının tıkırtıları kantine inen merdivenleri dövüyordu.

"Sana ne yüklediler yaa... Biz bir şişe pasiflorayı kafamıza dikmiş gibiyiz arkadaş. Gözlerimiz açık rüya görüyoruz." Oktay yüzünü garip bir ifadeye soktu. "Cin misin inek misin nesin?"

İNCİ (SİL BAŞTAN)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin