1. BÖLÜM: UCUNU YAKIP TUTUŞTURDUĞUMUZ HAYALLER NEREDE?

744 10 12
                                    

25.12.2019

UCUNU YAKIP TUTUŞTURDUĞUMUZ HAYALLER NEREDE?

Gecenin zifiri karanlığı yeryüzünün tüm derinliklerine kadar işlemişti. Gökyüzünün o haşmetli karanlığında parmakla sayılacak kadar az yıldız rastgele serpiştirilmiş gibiydi. Bu kadar yıldızın arasında dolunaya en yakın yerdeki yıldızın orada varlığını kanıtlarcasına durması büyük bir ironiden başka bir şey değildi.

Bugün sanki diğer günlerden çok daha farklıydı. Sanki bugün diğer günlere nazaran daha da yalnızlaşmıştım. İnsan kendine yalnızlaşır mıydı? Evet yalnızlaşıyordu. Ne zamandan beri kendime yalnızlaştığım hakkında hiçbir fikrim yoktu. Yalnızlaştığım günü saymayı bırakalı çok olmuştu.

Belki annemin "Seni hiç bırakmayacağım Zeynep" dediği akşamında beni bırakmasından sonra kendime yalnızlaşmıştım.

Belki de bir zamanlar kalbimin diğer yarısı dediğim adamın "Sen benim her şeyimsin" dediğinden sonra hiçbir şeyi olduğumdan beri kendime yalnızlaşmıştım.

Evet, bugün diğer günlerden farklıydı. Mazi bir kere eteğindeki taşları yere dökmüştü. İyisiyle kötüsüyle bütün anılar bir çarşaf gibi zihnimde gözlerimin önüne serilmişti. Sanki bugün bütün her şey yüreğime çizik atan 'Yürek sızımı' anımsatıyordu. Öyle ki mahalle ortasında bangır bangır basla çalan Emre Aydın'ın 'Hoşça kal' şarkısı bile hissettiğim duygu yoğunluğuna fon müziği olarak uyarlanmış gibiydi.

'Sen hiç görmedin dans ettik durmadan kırık camlar üstünde' diyordu şarkıda. Sayamadığım kadar tekrar eden şarkıda çizik bir plak gibi hem mahallede hem de beynimde dolanıyordu bu sözler. Mahallenin orta yerinde bangır bangır Emre Aydın'dan 'Hoşça kal' çaldırmak ayrı bir manyaklıktı. Hem de gecenin bir yarısı hiç durmaksızın tekrar tekrar çaldırmak da ayrı bir manyaklık olsa gerekti. Fakat bir yerde haklı bile olabilirdi kim bilir kime 'hoşça kal 'diyememişti, şarkıyı çaldıran kişi. Yüzümde buruk 'Yürek sızımı' yansıtan bir gülümseme oluştu.

Belki de Emre aydın çok haklıydı, gerçekten de biz dans etmiştik durmadan kırık camlar üzerinde, kalbimiz o kadar bağlanmıştı ki bir birimize, gözlerimiz öyle titretmiştik birbirine, ellerimiz öyle kenetlenmişti ki dans ettiğimiz kırık camların ayaklarımıza batıp kanatmasını bile görememiştik. Önce ayağımız sonraysa yüreğimiz kanamıştı.

'Sen hiç görmedin baştan böyle yazılmış yok kimsesi kimsenin hiç kimsenin' ne kadar da haklıydı gerçekten de yoktu hiç kimsenin kimsesi. O bana afili sözlerle süslenmiş bir 'Hoşça kal' dememişti. Hoşça kalacak halimiz kalmamıştı. Belki de kendince onu yerle bir ettiğim için 'Hoşça kal' mamı istememişti.

Ben istemiştim onun hoşça kalmasını benimle kalmasa da 'Hoşça kal 'sın istemiştim. Yürek sızıma afili sözlerle bezenmiş kendine iyi bak deyip kendi kendisiyle bırakamamıştım.

Hem afili kelimelerle bezeyip kendine iyi bak deyip terdekince sahiden kendisine iyi mi bakacaktı ki? Bu yüreğine paslı bir hançeri batırıp bununla iyi yaşa demekle eş değer değil miydi?

Bizim hikâyemizde ne 'kendine iyi bak'lar ne de 'hoşça kal'lar vardı. Bu kadar basit olamazdı bizimkisi bu kadardan da fazlası olmamıştı.

Tam tamına beş yıl olmuştu. Ayrı kaldığımız zaman dilimi ağrılı ve sancılı geçmişti. Öyle ki ölüm ile yürek sızısının bir birine karışması da daha da sancısını arttırmıştı çektiğim acının. Annemin ölümü yıkım olmuştu benim için yaslandığım dağın yıkımı. Annemin ölümünün yarası kabuk bağlayınca içten içe kanayan başka bir yara beni sarmalamıştı.

YANGIN MAVİSİ(ZİFİR-1)Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin