O hayatıma girdiğinde kaburgam kırıktı, tam olarak neresi olduğunu bilmiyorum sadece nedensiz kötü haysiyetsiz bir dingilin, evet hem haysiyetsiz hem de dingil, arabasıyla üstümden geçmesiyle bütün kemiklerim kırılmıştı. Kolumu bacağımı kafamı bir arada tutan o ana kemik işte. Çatırt diye.
Size dünyanın en fiyakalı maması üzerine yemin ederim ki böyle bir acıyı hiçbiriniz yaşamadınız. Yaşamamış olmanızı isterim, aynı şekilde kendimin de, fakat ben ne var ki yaşamıştım.
Kaldırımda öylece kemiklerim derimin altında dağılmış bir halde yatıyordum, arada yürüyüp gidenler kafamı okşuyordu fakat merbaba yaralıydım ve her yatan kedi sevilmeye meraklı olmuyordu, örneğin ben o an ölüyordum.
Ben ölüyordum, insanlar ise geliyor ve geçiyordu. Sadece o durdu başımda. Tıngır tıngır sesini duydum ayakkabılarının, üzerime doğru eğildi sonra. "Ah canım" dedi beni tüylü ceketine sararken. "Ah canım kim kıydı sana?"
Adını henüz bilmiyordum fakat dedim ki; eğer ölürsem, eğer daha iyi bir yer varsa ve ben oraya gidersem orada sana da yer ayırtacağım güzellik.
O ise ah canım diyerek ağlamaya devam ediyordu, böylece geldik veterinere.
Doktor, fikayalı bir beydi, o an beni acılarımdan arındıran herkes fiyakalı biriydi gözümde.
Acı artık beni gerçekten öldürecek seviyeye ulaştığında doktor civanım ve cengaverleri işleri biraz daha hızlandırdılar, sanırım kemiklerimi birbirine bağlamak için bir takım olaylar döndüreceklerdi derimin altında. Gözlerim kapanırken, adını hala daha bilmediğim dünyalar güzelinin "Ben hep buradayım canım" demesini duydum.
"Hep burada olsan güzel olur" diye cevapladım onu. "Çünkü sevdim seni."
Gözümü açtığımda gerçekten de tam başucumdaydı. Biz boş adamları sevmeyiz evelallah gibisinden bir böbürlenme geldi içime ve hayatımda yaşadığım en dipsiz bucaksız acının yokluğunu fark ettim tekrar dedim ki; sen, çekik gözlü ve süslü adam, sen beni kurtardın.
Elbette anlamadı, fakat sorun değildi.
Kaç gün sonradır bilemem beni el bebek gül bebek paketleyip tutuşturdular bu süslü oğlanın eline o da çevirdi bir taksi paşalar gibi rahatça yuvamıza vardık.
Kocaman bir binaydı içine doğru yol aldığımız, dedim olamaz ama acaba hogwartsa mı geldik, gelmemişiz. Olsun.
Sonradan öğrendim, öğrenciymiş benimki, bu bina da yurtmuş üç beş kişi toplanıp bir odada kalıyorlarmış. Parası kıt kanaatmış, benim tedavi masraflarım ve hatta taksi parası bile çok zorlayacakmış onu. Ki benimkinin adı da Taehyung'muş.
Üç beş kişi toplanıp bir arada kaldıkları odalardan Taehyung'a ait olanındaki dingilin biri demişti bunu. Çöp gibi bir oğlandı, ipince. Allah affetsin ama gülünce cenazeye benzerdi fakat Taehyung'un gönlü vardı bunda belli, el mahkum göz yumacaktım bu ömür törpüsüne.
"Öyle deme Namjoon" dedi Taehyung, "nasıl acı içinde kıvrandığını görmen lazımdı" diye de bir takım açıklamalar yaptı ama o huysuz herifin imkanı yok kalbi yumuşasın. Sonra öbür oğlan girdi araya.
"Sorun değil Taehyung." dedi. Bunun sesi daha kibar birine ait gibiydi.
Adı Jungkook'muş bu kibar beyin.
"Biz bu ay idare ederiz seni."
"Hay yaşa aslanım." şeklinde minnetimi ifade ettikten sonra, Taehyung'un benim için hazırladığı yatağa bir güzel kuruldum.
Nihayetinde hasta ve yaşlı bir kediydim.
Bu Taehyung da ne tuhaf bir oğlandı böyle. Göz kapaklarını yeşile boyamıştı. Üstünde pullar ve rengarenk boncuklarla işlenmiş bir gömlek, üstüne sonradan çiçekler çizilmiş bir kot pantolon ve biri diğerinden farklı renkli çoraplar.
Altı üstü odadaydık fakat ışıltılı hayatı seçmekle kalmamış direkt üstüne geçirmişti, yakışmıştı da vesselam.
"Şu üstünü değiştir artık." dedi olanca çirkefliği ile Namjoon denen musibetin oğlu.
"Gözümüz yoruldu."
Kendi adına konuş diyerekten bir iki çizik atmak istedim yüzüne gözüne fakat sağlık durumum akrobatik hareketlere şu anlık yeterince elverişli değildi. İleride bunu mutlaka yapma vaadi ile gönlümü hoş tuttum.
"Öyle mi gerçekten?"
Taehyung bu soruyu gömleğinin eteklerini okşarken söylemişti ve o an dünyanın en vicdansız herifinin bile kalbi yumuşamalıydı.
"Evet."
Fakat Namjoon'un yumuşamadı.
Taehyung üstünü değiştirip, makyajını sildikten ve ışıklar kapandıktan sonra, "Hayır." dedi kibar adam Jungkook.
"Güzel gözüküyorsun aslında."
Jungkook iyi bir oğlandı, hoş bir oğlandı, Taehyung'a vurgundu belli fakat Jungkook çok yavaş bir oğlandı.
Daima geç kalıyordu, o her harekete geçmeye kendini ikna ettiğinde Taehyung çoktan yara bere içinde kalmış oluyordu.
Yani benim sevgili dostlarım, Jungkook Taehyung'a hep geç kalıyordu.
••
Burada, üç beş kişinin bir arada yaşadığı küçük yurt odasında, öyle çok bir şey yok.Bir takım deruni ilimlere vakıf, vizyon ve misyon sahibi, feleğinden çemberinden olanca fiyakası ile geçmiş Jungkook var.
Sonra, şeytanın bile aklına gelmez dediğimiz şeyleri bizzat kendisinin şeytanın aklına sokan, yakışıklı olduğu kadar da adi kaypak haysiyetsiz olan Namjoon var.
Bir de iyi ve güzel Taehyung var, ah o ne güzel bir görseniz.
Ve ben varım. Bendeniz Fiyakasız. Fiyakasız bir adı olan fiyakasız bir sokak kedisi, övünmek gibi olmasın bu hikayenin de anlatıcısı. Görüşelim lütfen, açmayalım arayı.
07/04/2023
Biz bu aleme yeni gelmedik geri geldik özgüveniyle, abi noluy şütten pısırıklığı arasında bi yerlerde geri geldik dostlarım. Ben, fiyakasız o küçük odadaki büyük duyguları olan üç herif ve asuman toplandık ve geldik. Yarın akşama kadar önceden yayınlanmış bölümleri yayınlayıp yarın da yeni bölüm yayınlama peşindeyim. Umarım sizi ve kendimi yine hayal kırıklığına uğratmam seviyorum hepinizi. Kim varsa, kim geldiyse veya kim hep buradaysa hepinizi seviyorum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İyi Yürekli Hayatımızın Delikanlı Çağı
Fanfictionİşte, iyi yürekli hayatımızın en delikanlı çağı bir akşam üstü böylece başlıyordu.