Merhaba, çok bekletmeden geldim. Biliyorum, her şeyi çok merak ediyorsunuz ama sabırlı olun. Hepsini birden anlatamam ya, benim de yapmam gereken başka işlerim var.
Hım, en baştan başlamam gerekiyor sanırım.
Hastanelerden çok nefret ediyordum ve ailemin bir hastaneye sahip olması buna en büyük etkendi.
İşlerine çok bağlı olan ailem yüzünden doğduğumdan beri hastane kokusu içindeydim. Eve gelen bakıcılarla da kalmak istemediğim için tüm vaktimi orada geçiriyordum ve küçücük yaşımda o kadar değişik hastalıklar görmüştüm ki, küçük yaşlardayken geceleri rüyalarıma giriyordu.
Sanırım akciğerlerim daha fazla hastane kokusuna dayanamadı, bilmiyorum belki de ilgisiz ailem yüzünden çok küçük yaşta sigaraya başlamış olmamdan da olabilir, 19 yaşıma yeni girmişken akciğer kanseri olduğumu öğrendim. Bunu da hastanede edindiğim hemşire arkadaşımın doğum günüm için aldığı kekteki mumu üflerken kriz geçirmemle öğrenmem de komik değil mi?
Ailem insanları iyileştirmekle o kadar meşgullerdi ki, gözlerinin önünde nefessiz kaldığımı göremediler. Ben de söylemedim, büyük ihtimalle o güne kadar da hiç bilmediler.
O gün... daha önce anlattığım gün, piyano çaldığımdan bahsetmiştim. Babam kendi hastanemiz için istemişti, hem hastalara moral olacaktı hem de hastanenin yıl dönümünü sakince kutlamak istiyordu.
Kabul etim ancak bu ne ebeveynlerim istediği içindi ne de çok da umurumda olmayan hastanenin reklamı için. Sadece çalmak istemiştim, normalde sırf onlar istedi diye yapmayacağım şey için o zaman garip bir istek duymuştum. Özenli değildim, bir piyanist gibi giyinmemiştim bile. Üzerimde her zamanki siyah yırtık kotum ve soğuk havaya rağmen ince bir bluz vardı.
Hastanenin geniş girişinde tam ortaya konmuş piyanonun başına geçtim. Etrafta birkaç şık giyinimli insan ve biraz da hasta kıyafetli birileri vardı. Çok düşünceli ebeveynlerim onların da bu etkinliğe katılması için hastanede yapıyordu ya zaten bunu. Hasta odalarına ses gitmeyecek şekilde ayarlanmıştı her şey, isteyen odasında kalacak ve hiçbir ses duymayacaktı. Etrafta birkaç kamera vardı ve bu da odasından çıkamayan ancak dinlemek isteyenler içindi, odalarındaki televizyondan izleyebiliyorlardı. Anlayacağınız her şey düşünülmüştü, benim haricimde birkaç sanatçı daha vardı ama hiçbiriyle ilgilenmiyordum.
Yapmayı sevdiğim tek şey müzikti, bu yüzden kendi bestelerimden birinin notalarını piyanonun tam üzerine koydum ve çalmaya başladım. Kendi notalarım arasında kaybolduğum sırada nefesimi kesen, kalp atışlarımı durduran o sesi duydum.
Şarkı söylemiyordu, sadece kendi kendine melodiler çıkararak bana eşlik etmişti. Başımı çevirip onu gördüğümde... çok güzeldi, her zamanki gibi büyüleyiciydi. Öyle ki tuşların üzerinde gezinen parmaklarım durdu ve ben öyelece ona bakakaldım. Tek de değildim üstelik, salondaki tüm gözler birden ona dönmüştü.
Bir hemşire ona doğru hızla yürüdü ve herkes sessiz olduğu için dediklerini duyabilmiştim. "Jeongguk! Bunu konuşmuştuk, akciğerleri zorlamamalısın."
Gülümsedi ve ben yine şaşırdım. Bilirsiniz, o tanrının bir tablosu gibiydi, bir insanın bu kadar güzel gülümsemesi mümkün değildi. İnançlı biri sayılmazdım ama o tanrının bana gönderdiği bir melekti bana göre ve tabii, o zamanlar bunu da bilmiyordum.
Hemşireyi zar zor ikna ettiğinde bana döndü ve ben o söylemeden istediğini anladım, daha o zamanlar bile ruhumuz birdi, o zamanlar bile anlaşmak için konuşmaya ihtiyacımız yoktu.
Parmaklarımı tekrar notalarda gezdirdiğim sırada yanıma, küçük piyano koltuğuna birinin oturduğunu hissettim. Üzerinde mavi-beyaz hastane kıyafetleri vardı ve onlar bile güzelliğini eksiltememişti. Onlar bile onun güzelliğinin yanında sönüktü, önemsizdi.
İpeksi sesiyle melodiler çıkarmaya devam etti, kulaklarım kutsandı. En sonunda kokusu pis hastane kokusundan sıyrılıp bana ulaştı ve ben nefes alamadığımı hissettim.
Size onun nefesimi kestiğini söylerken şaka yapmıyordum. Birden güzel kokusuyla mest olan akciğerlerim aldığım nefesi bırakmamı engellemişti ve ben oturduğum yerden yere düşmüştüm.
Kıpkırmızı, çirkin ve acınılası görünüyor olmalıydım ama dolu gözlerim arasından onun bana acımayla değil de büyük bir endişeyle baktığını görebilmiştim.
Adımın seslenildiğini duydum ama ayırt edecek güçte değildim, önce hemşire arkadaşımı, daha sonra da anne ve babamı gördüm ama gözlerim hala onların arasından güneş gibi parlayan onun üzerindeydi. Endişeyle elini ağzına götürmüş ve ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Son gördüğüm şey de onun güzel yüzü oldu.
-iksvorasay
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Star Of My Life|Yoonkook
FanfictionKemerleri takın ve ikimizin büyülü, 'hastalıklı' dünyasına girmeye hazır olun. Burası o kadar büyülü ki, kendinizi kaybedebilirsiniz. Merak etmeyin, çıkışı size göstereceğim. Şimdiye kadar Min Yoongi'yleydiniz. Tekrar görüşene kadar sağlıkla kalın. ...