O zamanlar tüm vaktimi ona ayırıyordum. Sabah uyandığımda hemen onun yanına koşar, gece yatarken zorla ayrılırdım. Onu düşüneceğim diye geceleri sabah eder, doğan ilk gün ışığında onu arardım. Emin olun, hiçbir şey değişmedi.
Sabah telefonumun zil sesiyle uyandım. Birkaç saatlik uykuyla duruyordum bu yüzden hala uyuyor sayılırdım. Telefonu kulağıma götürdüğümde güzel bir kıkırtı duydum, sebebini öğrenmek için kaşlarımı çatarak ekrana baktığımda onun yüzünü görmüştüm.
"Ggukie?"
Benim gibi yatağında uzanıyordu ancak benim aksime oldukça dinç duruyordu. Son günlerde olan yorgunluğuna nazaran bu hali beni rahatlatmıştı. "Hyung! Hemen uyanmalısın. Yanıma gel hadi."
Ben uykuya aşık biri olarak o söyler söylemez yataktan kalktım. Gözüm bile açılmıyordu ama onun odasında birazcık(!) kestirebilme umuduyla ayaklanmıştım. "Geliyorum."
Telefonu kapatıp cebime koydum ve üzerime kapüşonlu bir hırka geçirerek odamdan çıktım. Birkaç oda ilerimde, onun çocukluğunun, gençliğinin geçtiği oda bulunuyordu. Kapısını açarak içeriye girdiğimdeyse kokusu burnuma çarpmıştı. Ona aşık yanım çoktan uyanmıştı bile.
Hiçbir şey söylemeden kendimi yüzüstü yanına bıraktığımda kıkırdamış ve parmaklarını saçlarım arasında dolaştırmıştı. "Uyumaya gelmiş olamazsın."
Yüzüm yastığa gömülüydü ve sesim boğuk çıkıyordu ama dediğimi anlamış olmalı ki uyandırmak için beni sallamıştı. "Birazcık(!)."
"Biliyorum senin birazcıklarını hyung. Kalk dedim."
Onu takmadığımda iç çekerek yanıma uzandı ve başımı kaldırarak göğsüne koydu. Kollarım anında onu sardığında uyumak için mükemmel bir ortam oluşmuştu bile benim için. Tüm kaslarım gevşemiş ve tüm bedenim huzur dolmuş bir haldeyken nasıl olur da uyumazdım?
"Tamam, birazcık(!) uyu bakalım."
Gerçekten uykum vardı, kokusu burnuma doluyordu ve ben aşırı rahattım ama onu öylece bırakıp uyumak içime sinmedi. Benimle vakit geçirmek istiyorsa gerekirse yıllarca uykusuz kalırdım. Başımı kaldırarak dudaklarına küçük bir öpücük kondurdum. "Peki peki, uyumuyorum."
Söylediğim şeyle kaşları çatılmıştı ve ben bu tepkisine hafifçe gülmüştüm. Saçlarım arasında olan eliyle kafama acıtmayacak şekilde yavaşça vurdu. "Ne desem tersini yapmak zorunda mısın?"
Omuz silktim ve kuru dudaklarına ıslak bir öpücük bıraktım. "Öyle miyim?"
Onu öptüğüm anda yüz ifadesi değişti ve derin bir iç çekti. "Ne yapacağım seninle? Şu haline bak, sana kızamıyorum bile." Saçlarındaki eli yanaklarıma kaydı ve çok hassas bir esere dokunuyormuş gibi narince kaydı parmakları tenimde.
"Uyuyamıyorum; seni düşünmekten geceleri, yanındayken de kıymetli zamanımızı harcamamak için uyuyamıyorum. Öyle aşığım ki sana, yaşamak istiyorum. Asıl ben ne yapacağım seninle, şu haline bak. Sana doyamıyorum bile." dedim gözlerimi kapatarak yanağımı eline yaslarken.
"Mesela evlenebilirsin?"
Gözlerimi anında açtım ve ciddi yüz ifadesine baktım. Birden, hiç beklemediğim bir anda böyle bir şey söylemesine şaşırmıştım. Yüz ifademe bakıp güldü ve baş parmağıyla aralık dudaklarımı okşadı. "Seni bunun için buraya çağırmıştım aslında. Ani oldu... Sen öyle birden güzel güzel konuşunca, ben günlerdir ezberlediğim tüm metinleri unuttum." Hala tepki vermediğimi gördüğündeyse buruk bir gülümsemeye dönüştü canlı gülümsemesi. "Tamam, istemiyorsan sorun değil. Genciz nasılsa."
Hala öylece ona bakıyordum. Sanırım nefes almayı bile unutmuştum. "Hyung, nefes al!" dedi ben, hafifçe sarsarken.
Ona baktığınızda çekingen, masum ve hatta utangaç bir çocuk görebilirdiniz ancak o şimdiye kadarki bütün yakınlaşmalarımızda ilk adımı atan taraftı. Beni ilk öpen oydu, bana sevişmeyi teklif eden oydu ve şimdi de karşımda bana evlenme teklifi ediyordu. 305 numaralı hastane odasında, beni hayatına almak istediğini söylüyordu.
"Sen.." Dilim tutuluyordu, nefesim kesiliyor, aklım şaşıyordu. Nasıl bu kadar güzel olabilirdi? "Sen nesin böyle Jeongguk?"
Sonunda konuşmuş olmamla rahatlayarak gergin omuzlarını düşürdü. "Neymişim?"
"Ölmüşüm de, tanrı bana melekler hakkında bir belgesel izletiyor gibi. Ölmüşüm ve cennete düşmüşüm gibi." Gülerek başımı iki yana salladım. "Bana evlenme teklifi ediyorsun, şaka yapmıyorsun ve bir de diyorsun ki 'İstemiyorsan sorun değil.' Sen ciddi misin? Ben seni nasıl istemem?"
İfadesi aydınlandı ve çiçekler açtı yüzünde. Gülüşü baharı hatırlattı; bu bir bebeği doğumu, karanlığın batışıydı.
"Yani..."
"Sorman bile hata bebeğim, tabii ki evlenirim seninle."
Kollarını sımsıkı bana sardı. "Sana sormadan ayarladığım birkaç şey var. Babam birini ayarladı, birkaç güne burada, tam bu odada benimle evlenmeye ne dersin? 'Hastalıklı' aşkımıza, 'hastalık' dolu bir yuva veririz. Bu odada birbirimizin oluruz, bu odada yaşlanır ruhumuz. Burada yeniden doğar, yeniden ölürüz."
O an en mutlu insandık dünya üzerindeki. Belki evliliğimiz hiçbir yerde geçerli sayılmayacak ve resmi bir şey olmayacaktı ama sorun değildi. Burası bizim 'hastalıklı' aşık dünyamızdı. Kuralları biz yazar, her şeye biz karar verirdik. İstersek güneş batıdan doğar ve doğudan batardı. Burada nefes almak için akciğere ve oksijene değil birbirimize ihtiyacımız vardı. Hiçbir şey bizi ayıramaz, ruhlarımız gökyüzünde buluşurdu. Biz yazar ve yine biz oynardık. Tek önemli olan buydu, bizdik.
Watty okumaları salsın diye biraz bekledim amaaa çok geçmeden geldim! Artık yoonkook'da dereceye girmek istiyorum...
Her neyse, bugün inanılmaz başım ağrıyor ve kafamı bir yerlere sürtmek falan istiyorum.
Sağlıkla kalııınn:)-iksvorasay
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Star Of My Life|Yoonkook
FanfictionKemerleri takın ve ikimizin büyülü, 'hastalıklı' dünyasına girmeye hazır olun. Burası o kadar büyülü ki, kendinizi kaybedebilirsiniz. Merak etmeyin, çıkışı size göstereceğim. Şimdiye kadar Min Yoongi'yleydiniz. Tekrar görüşene kadar sağlıkla kalın. ...