Kafamın içinde sanki döngüye aldığım bir başka yaşam vardı. Bu her zaman böyleydi, orada güneş doğmuyor, kimse güzel yıldızlarımı elimden alamıyordu. Ölümün sonsuzluğu ifade ettiği bir yaşamdı o.
Bu yaşamın ne zaman başladığını bilmiyordum, sanki aslında her zaman oradaymış gibi kolayca yerleşmişti. Ben de pek sorgulamadım.
O gece sanırsam sabaha kadar ağladım. Soğuk, kimsenin olmadığı ve ışıksız koridorda saatlerce ağladım. Sabaha karşı tüpümdeki oksijen bitmek üzereyken bir hemşire beni odama götürmüştü ve ben de onun karşısına tertemiz halimle çıkmak istiyordum bu yüzden karşı çıkmadım. Ona her zaman en iyi halimle görünmek isterdim zaten ama bir hastanede şartlarımız her zaman kısıtlıydı.
Güzel bir duş alarak saçlarımı ve bedenimi temizledim. Annemin yıkadığı hastane kıyafetlerimden birini de üzerime geçirdim. Saçımı tam da onun sevdiği şekilde taradım ve parfüm sıkmadım. Hem zararlıydı hem de benim kokumu severdi o. Bir zincire geçirdiğim ve bana emanet ettiği yüzüğünü boynuma, kendiminkini ise parmağıma taktım. Gözlerim gece boyu ağladığım için kızarıktı fakat onlar için yapabileceğim bir şey yoktu.
Aynanın karşına geçerek son kez kendime baktım. Tam da onun bıraktığındaki gibiydim. Ne eksik ne fazla. Birkaç kilo vermiş bedenim, iyice sararmış tenim ve kızarmış gözlerimle, aynı Min Yoongi'ydim.
Böyle onu kandıramayacağımı biliyordum, görünüşte aynı olsam da birkaç ay önceki ben ile şu anki ben tamamen farklıydık. Ben bir harabeydim, o aşık bir gençti.
Dolu oksijen tüpüne bağladığım maskeyi burnuma geçirdim ve odadan çıkıp ezberlediğim koridorları aşarak onun yanına geldim. İçeride doktorlar vardı ve anne babası birbirlerine yaslanmış sessizce kapının önünde oturuyorlardı. Kardeşini arasa da gözlerim sanırım gelmemişti.
Adım seslerimi duyduklarında bana doğru döndüler ve sanki bakılmayacak kadar kötüymüşüm gibi annesi gözlerini kapatırken babası ayağa kalkmıştı. Yutkunarak karşımdaki adama bakarken onun dolu gözleri yüzünden gözlerim dolmuştu ama akmasına izin vermeyecektim.
"Yoongi..." dedi babası acı içinde. Gözlerimi kapatıp bakışlarımı ondan çektim ve yumruk yaptığım ellerimden destek alarak ağlamamak uğruna savaştım. "Ben çok üzgünüm."
Biliyordum, herkes üzgündü. Hemşireler, bizim katımızdaki akciğer hastaları ve onu tanıyan herkes çok üzgündü. Ben çok üzgündüm.
"Bana söz vermiştiniz." diyorken ben kısık sesimle, annesinin hıçkırığı karıştı araya. Gözlerimi açtım ve yaşlarla parlamasını umursamadan gülümsedim. "İnatçı demiştiniz, dönecek demiştiniz." Dolu gözlerinden bir yaş düştüğünde başımı iki yana salladım. "Beni neden kandırdınız?"
"Yoongi, o elinden geleni yaptı." dedi babası. Onu neredeyse göremiyordum ama yine de göz yaşlarımın düşmesine izin vermeyecektim.
"Biliyorum, bu yüzden de kızamıyorum ona." Tırnaklarım avuç içime batıyor ve bana hayatta olduğumu, her ne olursa olsun hayata devam ettiğimi hatırlatıyordu. "Ona kızamıyorum, kendime kızarak bir sonuca varamıyorum. Lütfen, en azından size kızmama izin verin. Ben dayanamıyorum."
Kollarını bana sardığında avuç içlerimi açarak gömleğini sıkmıştım bu sefer. Onun ağladığını üzerimin ıslanmasından hissediyorken annesinin ise sesini duyuyordum. Kırışan gömleğini umursamadan tüm gücümle sıkıyordum ve ağlamamak için kendimi o kadar sıkıyordum ki bedenim kaskatıydı.
Bir süre koridorda yankılanan tek ses Bayan Jeon'un hıçkırıklarıyken öylece durduk. Daha sonra -ki ne kadar zaman geçti emin değilim.- babam içeriden çıktı ve görüşme için hazır olduğunu söyledi. Ne kadar ısrar etseler de önce onların girmesi için onları ikna ettim ve en son görüşmek istediğimi söyledim. Koridorda yalnızca babam ve ben kaldığımızda yan yana koltuklara oturduk. İşi olduğuna emindim, o hep çok meşgul bir adamdı ama sanırım beni orada cehennemi beklerken yalnız bırakmak istemedi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Star Of My Life|Yoonkook
FanfictionKemerleri takın ve ikimizin büyülü, 'hastalıklı' dünyasına girmeye hazır olun. Burası o kadar büyülü ki, kendinizi kaybedebilirsiniz. Merak etmeyin, çıkışı size göstereceğim. Şimdiye kadar Min Yoongi'yleydiniz. Tekrar görüşene kadar sağlıkla kalın. ...