Jeongguk beni tanıyordu, meraklı bir çocuktu ve sürekli bana sorular sorarak beni öğreniyordu.
Onu annemle tanıştırmıştım ve aile durumlarımdan bahsetmiştim. Bana sorular sorarken o kadar hevesliydi ki ben ona pek soru soramamıştım. Mesela, onu ziyarete gelen kimse yoktu. Ailesi neredeydi ve neden burada yalnızdı merak ediyordum.
Cevaplarından korkmadığımı da söyleyemezdim ama öğrenmem de gerekiyordu. Biliyorsunuz ki sevgili falandık yani.
Ben makinelerden ayrılıp onun odasına gidemediğim için o benim odama geldi. Her zamanki gibi tek kişilik yatağa zar zor sığdık ve alakalı alakasız her şeyden konuştuk. Artık ben de bu hapishaneye mahkum olduğum için yapacak başka bir işimiz yoktu nasıl olsa.
"Jeongguk, ailen nerede?" diye sordum birden. Bunu beklemediği için şaşkın yüz ifadesi takındı ve bu hali beni her zaman güldürdüğü gibi o zaman da güldürdü. Daha sonra yüzünde buruk bir gülümseme oluştu.
"Busan'dalar. Babam şirketi bırakamıyor ve annem de onunla kalmak zorunda, aynı zamanda kardeşimin okulu da orada." Elimi kaldırıp yanağını okşadığımda gülümsedi. "Kardeşim bana çok benzer hyung. Biraz yaramaz ama tatlı çocuktur."
Yanağındaki elimi saçlarına çıkardım ve burnunun ucunu öpüp başımı yastığa tekrar koydum. "Sana benziyorsa, eminim öyledir."
O gün neredeyse tüm gün yatakta kaldık. Jeongguk'la hiçbir şey yapmamak bile o kadar güzeldi ki, ömrümün sonuna kadar o günü tekrarlasam sesim çıkmazdı.
Gece yarısını çoktan geçmişti saat. Birlikteyken ikimiz de anlamazdık zaten zamanı.
Ayağa kalktı ve ben de yatakta oturur pozisyona geçtim. Gelirken getirdiği ama ikimizin de unuttuğu kitabı masamdan alıp tekrar yatağa oturdu. Yakından gördüğümde ise elinde tuttuğunun bir kitap değil de fotoğraf albümü olduğunu gördüm. Ona dair bir şeyler öğreneceğim diye o kadar heyecanlandım ki nefeslerimin düzeni biraz karıştı.
Ama o hep sürprizlerle doluydu ve onunla yaşadığım her gün bunu biraz daha tadacaktım. O bir matruşkaydı, açtıkça içinden daha fazlası çıkıyordu ve ben onu keşfetmek için fazla heyecanlıydım.
Albümü araladı ve ben beklediğimin aksine onun fotoğraflarıyla değil de, değişik manzara fotoğraflarıyla karşılaştım. Hepsini eliyle okşadı ve titrek bir iç çekti.
Hayatım boyunca ağladığım anların sayısı o kadar azdı ki, gözlerimin dolması beni şaşırttı. Jeongguk'un üzerimdeki etkisi çürük ve işe yaramaz akciğerlerimin kat kat fazlasıydı.
Hayatın ondan çaldığı o kadar fazla şey vardı ki ağlamak istiyordum. Hepsini ona yaşatmak, kalan tüm vaktimi ona vermek. Buna rağmen, hiçbir şeyden şikayet etmezdi o. Ailesine yanında olmadıkları için bile kızmıyor, onları anlatırken gözlerinin içi gülüyordu. Hastalığı yüzünden hayata küsmüyor, onu da benimseyip kendine katıyordu.
Kendimi konuşabilecek kadar iyi hissetmiyordum, o da fotoğraflara dalmıştı zaten. Herbir fotoğrafta değişik türden manzaralar hakkında bana bilgi veriyordu. Nereye ait olduklarını açıklıyor oranın güzelliklerinden bahsediyordu.
Eğer ona sağlık bahşedilmiş olsaydı, nasıl biri olurdu merak ettim. Gerçi, ben onun her halini merak ederdim ama en çok görmek istediğim oydu ne yalan söyleyeyim.
"La gente joven dice lo que hace, la gente vieja dice lo que hizo, y los tontos lo que les gustaria hacer."
Dedi birden ipeksi sesini mükemmel aksanına karışarak. Yine şaşırdım, o beni hep şaşırtıyordu ve sadece 23 yaşında birinin bu kadar mücevher olması, beni her seferinde etkiliyordu. Kalan kısacık ömrümde onunla tanıştığım için dünyanın en şanslı insanı olmalıydım.
"O ne demek?" diye sordum gözlerine bakarken. Burukça gülümsedi. "Genç insanlar yaptıklarını, yaşlılar yapıp bitirdiklerini ve aptallar ise yapmayı istediklerini anlatırlar."
Kaşlarımı çattım, o an bunu neden söylediğini anlamamıştım ve o da bana açıkladı: "Hyung, yapmayı istediğim o kadar çok şey var ki, anlatamıyorum. Ne kadar öyle değilmiş gibi davransam da aptalım ben. Bu yaşıma kadar yaptığım hiçbir şey yok, sadece yapmak istediklerimi anlatıp duruyorum." Onu ilk karamsar gördüğüm seferdi bu. Sanki o iyileşeceğine inanan ve bunun için savaşan o çocuk tamamen maskeydi. Sanki aslında biliyordu da, kimselere söyleyemiyordu.
Titreyen elimi saçları arasına götürüp okşadım. "O zaman yaptıklarını anlat." dedim gözümden bir yaş düşerken. O an bana değil de elinde tuttuğu albüme boş bakışlar attığı için şanslıydım, gözümden düşen yaşı görmemişti.
Güldü ama ilk defa gülüşü canımı acıttı. Bu gece neden böyle olduğunu merak ediyordum. "Hyung, şimdiye kadar yaptığım tek şey, seninle dışarı çıkmaktı." Bana döndü ve dolu gözlerimi görüp iç çekti. Ardından elini uzatıp parmağının dışıyla ıslak göz altlarımı okşadı sırayla. "Kötü bitse de, o gün benim doğum günümdü." Şaşırarak kaşlarımı kaldırdığımda başını iki yana salladı. "Hayır, maalesef hayat o kadar da klişe değil, bedenen doğum günüm 1 Eylül ama ruhen doğumum o gün oldu."
Bana yaklaşıp başını boynuma yasladığında kollarım anında onu sıkıca sarmıştı. Bunu bir bebeğin emme refleksine benzetebilirdiniz. Ne zaman bana sokulsa burnum saçlarına ya da boynuna girer, kollarım ona sımsıkı sarılırdı.
"Bu yerlere birlikte gideceğiz Jeongguk, sana söz veriyorum. Bu boş fotoğrafların aksine ikimizin gülümsemesi yer alacak bu albümde."
O karanlık gece de bana inandı ya da inanmış gibi yaptı, ben de o karanlık gecede ona tutamayacağım bir söz daha verdim.
-iksvorasay
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Star Of My Life|Yoonkook
FanfictionKemerleri takın ve ikimizin büyülü, 'hastalıklı' dünyasına girmeye hazır olun. Burası o kadar büyülü ki, kendinizi kaybedebilirsiniz. Merak etmeyin, çıkışı size göstereceğim. Şimdiye kadar Min Yoongi'yleydiniz. Tekrar görüşene kadar sağlıkla kalın. ...