Anlatılacak çok şey var ama, ömrüm yeter mi bilmiyorum. Gerçi, her ne olursa olsun o ve benim ona olan aşkım son bulmayacak. Evet evet, çok seviyorum, onu fark ettiniz zaten.
Neyse, gözlerimi açtığımda nefret ettiğim ne varsa onunla karşılaştım. Hastanede, hastane kıyafetleri içerisindeydim ve burnumdan bir şeyler takılıydı. Aynı zamanda boğazımdan aşağı inen hortumun rahatsızlığını da çok net hissediyordum.
Annem boydan camdan dışarıyı izliyordu ve odada ondan başka kimse yoktu. Zar zor konuşabildiğimde bana döndü. Her zamanki gibi mesafeli ve ciddi duruyordu.
"Ne zamandan beri?" diye sordu sadece. Kaşlarımı çattığımı gördüğünde kollarını göğsünde bağladı ve bana doğru birkaç adım attı. "Yoongi, ne zamandan beri bunu biliyorsun?"
Gülerek başımı iki yana salladım ve öksürerek oturduğum yerde doğruldum. "Bir düşüneyim... Bir önemi yok, söyleseydim de bir şey değişmeyecekti."
Bunu söylediğim anda ağlamaya başlamıştı ve ben çok şaşkındım, annemi ilk defa ağlarken görüyordum. Ellerini yüzüne kapattı ve yatağın yanındaki koltuğa oturup bir süre ağladı.
"Yoongi... çok ilerlemiş, çok fazla. Nasıl dayandın bunca yıl? Bu akciğerlerle nasıl nefes alabildin?" Uzanıp elimi tuttu ama şaşkınlıktan çekemedim bile. "Daha fazla ne kadar dayanabilirsin emin değilim. İki akciğerin de iflas etmek üzere ve tanrı aşkına, ne zamandan beri sigara içiyorsun sen?"
Gülümseyerek başımı iki yana salladım. O zamanlar ölmekten falan korkmuyordum. Gerçekten, yaşamak ya da ölmek umurumda bile değildi. Annem de bunu anlamış gibi daha çok ağladı. "Sorun değil, böyle olması gerekiyormuş." dedim onu rahatlatmak için.
Göz yaşlarını sildi ama yerine yenileri geldi hızla. "Sen neden hayatından bu kadar vazgeçtin Yoongi? Kendin için bile olsa, savaşamaz mıydın?"
Konuşurken çok zorlanıyordum ama annemi böyle gördüğüm ilk seferdi, bu yüzden kendimi zorladım. "Uğruna savaşabileceğim hiçbir şey yoktu anne, üzgünüm.".
O gün annemle hayatımın en uzun sohbetini yaptım. Daha sonra gece yanımda kalmak istese de onu zorla göndermiştim.
Saat gece yarısını çoktan geçmişti ama beni uyku tutmamıştı. Dalgınca camdan dışarıyı izliyordum ki kapım çaldı. Hemşire olan arkadaşımın olduğunu düşünmüştüm ama onun o saatlerde hastanede olması saçma olurdu.
Çok bağıramadım, sesimin gücü yoktu ama hastane çok sessizdi zaten, karşıdaki kişi beni duydu ve odama girdi.
Size daha önce söyledim mi bilmiyorum ama Jeon Jeongguk girdiği ortama ışık saçıyordu ve benim sadece ay ışığının aydınlattığı odamda, onun varlığı öyle bir parlıyordu ki canım yandı. Onun güzelliği beni yaralıyordu, onun güzelliğini yavaş yavaş çürüyen bedenim kaldıramıyordu.
Çekine çekine içeri girdi, elleri önünde bağlıydı ve gözleri ben hariç odanın her köşesinde geziniyordu.
O an bile, onu yüzümde bir gülümsemeyle izliyordum.
"Şey..." dedi bir süre sonra. Kaşlarımı kaldırarak yüzüne baktım konuşmasını bekleyerek. "Uyumuyordun sanırım, yani umarım uyumuyorsundur."
Başımı yavaşça salladığımda elini ensesine götürüp okşadı. Ona her şeyi yakıştırırdım, tüm çirkinlikler bile onda güzel dururdu ama serum yarasını ellerine yakıştıramadım. Kızmayın bana, çirkin durduğu için değildi yakıştıramamam, güzel ellerine acının izi olan yaraları güzel ellerine yakıştıramadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Star Of My Life|Yoonkook
FanfictionKemerleri takın ve ikimizin büyülü, 'hastalıklı' dünyasına girmeye hazır olun. Burası o kadar büyülü ki, kendinizi kaybedebilirsiniz. Merak etmeyin, çıkışı size göstereceğim. Şimdiye kadar Min Yoongi'yleydiniz. Tekrar görüşene kadar sağlıkla kalın. ...