Hastaneye mahkum olan yaşamım artık bana zevk vermeye başlamıştı. İnanabiliyor musunuz, çık deselerdi kalmak için yalvarırdım.
Yine benim odamdaydık, o bana İspanyolca bir kitap okuyordu ve ben sesine odaklanmış bir şekilde onu dinliyordum. Kitabın dilimize çevirisi mutlaka vardır ama o kendi çevirmek istedi, ben de karşı çıkmadım. Onun o güzel sesinden ne olursa dinlerdim.
Söylemeyi atladım sanırım, benim biricik matruşkam birçok dil biliyormuş. Hastanede kaldığı süre boyunca yapacak en iyi şeyin dil öğrenmek olduğunu düşünerek öğrenebildiği kadar dil öğrenmiş. Buradan kurtulduğu anda dünya turu yapacağı ve o fotoğraftaki yerlere gideceği için dile ihtiyacı olacakmış. Bir de, izlediği şeyleri orijinal halinde izlemeyi seviyormuş, tıpkı okumakta olduğu gibi.
Aslına bakarsanız o an onu ezberliyordum. Ses tonu, mimikleri ve yüzü tek ilgi alanımdı. Bu yüzden okuduğu şeyi pek dinlememiştim. O gülümsediğinde gülümsüyor, o kaşlarını çattığında elimi uzatıp düzeltiveriyordum. Kitapla ilgili ilgilendiğim tek kısım buydu. Bir de arada kendi yaptığı yorumlar vardı ki, en sevdiğimdi. Karakterlerle kavga ediyor, onlara kızıyordu. Mükemmel görünüyordu ve buna daha fazla dayanamayarak dudağının altındaki bene dudaklarımı bastırdım. Şaşırarak okumayı bıraktığında tek kişilik hastane yatağında ona daha fazla yaklaştım. Oraya nasıl sığıyorduk hiç anlamamıştım.
"Hyung... öyle birden öpersen nefesim kesilir ama." dedi fısıldayarak. Benim gibi, o da bana yaklaşmıştı. Burnumu burnuna sürttüm. "Senin yaptığına ne demeli?" Gözlerimi açıp ona baktım. Gözleri kapalıydı ve tamamen kendini bana bırakmıştı. "Güzelliğinle beni büyülüyor," elimi saçlarında gezdirdim. "Her saniye beni kendine daha fazla aşık ediyorsun."
Ondan beklemediğim bir şekilde bu sefer o dudaklarını benim dudaklarıma sertçe bastırdı. Beklemediğim öpmesinden ziyade bedenini hafifçe üzerime çıkararak öpmesiydi. Kollarımı beline sararak onu daha fazla üzerime çektim. Bacakları iki yanımda açık bir şekildeyken onu öpmeye devam ettim ancak bir süre sonra ondan ayrılmak zorunda kaldım. Nefes alması gerekiyordu ve bizim hastalıklı dünyamızın içinde doyasına öpüşmek yoktu. Sadece kısa süreli, masum ama iz bırakan öpücükler vardı.
"Hyung, burada birbirimize ait olsak, bu yanlış mı olur?" diye sordu alnını alnıma yaslayarak. İç çekerek belini okşadım. Benim meleğim o kadar masumdu ki, bu teklifi yaparken bile hiçbir eksilme olmamıştı masumluğundan. "Hayır, yanlış olmaz ama bedenlerimiz bunu kaldıramayabilir."
O an bunu her şeyden çok isterdim, onu kendime ait kılmak ve tamamen ona ait olmak... Dediğim gibi, bizim dünyamız diğer dünyalara oranla daha kısıtlıydı.
"Bunu kaldırabiliriz hyung. Kendimize göre ayarlarız, olmaz mı?" Gözünden bir damla göz yanaklarından benim yanaklarıma kaydığında gözlerimi açtım. "Jeongguk..."
"Hyung beni istemiyor musun?" diye sordu sadece göz yaşları akarken. Bunun doğru olmadığını ikimiz de biliyorduk, sadece cevaba ihtiyacı vardı. "Seni bu dünyada istediğim her şeyden daha fazla istiyorum, nefes almaktan bile fazla. Ama yorulamazsın, nefesini düzensizleştirecek bir şey yapamazsın." Ses çıkarmamak için dudaklarını ısırdığını gördüğümde baş parmağımı uzatarak alt dudağını dişlerinden kurtardım. "Üzgünüm, gerçekten çok üzgünüm."
Sanki hiç gücü kalmamış gibi kollarına yaslanmayı keserek üzerime yığıldı ve hıçkırarak ağlamaya başladı. Kollarımı ona sardım ve onun boynumu kendi göz yaşlarıyla ıslatmasına izin verdim. Bu kriz geçirdiğim seferden sonra onu ilk ağlarken görüşümdü. O en üzgün olduğu anda bile bunu gülümseyerek gizlerdi ama o gün, ağladı. Belki kendi için, belki benim için. Ama en çok da bizim için.
"Ben çok yoruldum hyung. Dayanamıyorum, bu illet beni bırakmıyor. Yapmak istediğim her şeyde karşıma çıkıyor." Elleri göğsüm üzerinde yumruk şeklindeydi ve ben de hakkım olmasa da en azından ses çıkarmadan ona eşlik ediyordum göz yaşlarımla. "Beni engellemiyormuş gibi davranıyorum ama ben yaşıyor muyum ki?" Hıçkırmaya devam etti. Belindeki kollarımı sıkılaştırdım ve ellerimi yumruk yaptım. Tırnaklarım avuç içime batıyordu ama tüm bedenim acı içindeyken, o çok önemsizdi benim için.
"Hep şarkı söylemek istedim ama yapamadım, dans etmek en büyük hayalimdi, izin verilmedi. Tüm bunlara alışmıştım, inan bana artık umursamıyorum ama sen... hyung sana dokunamıyorum, sana karışamıyorum. En ufağından seninle saatlerce öpüşmek istiyorum ama onu da yapamıyorum. Ben ne yapacağım? Çok yoruldum."
Söyleyecek hiçbir sözüm yoktu. Ben 7 yıldır bununla baş ettiğim halde çoktan pes etmiştim, o 23 yıldır bununlaydı, birçok şeyden geri kalmak zorunda kalmıştı.
Saçlarını öptüm, belini okşadım sakinleşsin diye ama sakinleşmedi. Birden hıçkırıkları derinleşti ve onun nefes alamadığını gördüm. Yüzü kıpkırmızıydı ve nefes alamıyor, zorla aldığındaysa veremiyordu. Şokla onu birkaç kere sarstım ama hiçbir şey değişmedi.
Onu göğsüme sıkıca bastırıp avazım çıktığı kadar bağırdım. Hemşireler odaya gelip onu benden zorla ayırdığındaysa peşlerinden koşmak için ayağa kalktım ancak yere düştüm. Annem endişeli bir şekilde bana doğru geldiğindeyse başka bir hemşire de elinde sakinleştirici olduğunu tahmin ettiğim şırıngayla bana doğru geliyordu. Çırpınarak istemediğimi bağırdım ama birkaç kişi tarafından tutulduğumda koluma iğneyi batırmışlardı bile. Bedenim güçsüzce yere düşerken arkamdakiler beni tutmuştu ve son gördüğüm şey beyaz tavan olmuştu.
-iksvorasay
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Star Of My Life|Yoonkook
FanfictionKemerleri takın ve ikimizin büyülü, 'hastalıklı' dünyasına girmeye hazır olun. Burası o kadar büyülü ki, kendinizi kaybedebilirsiniz. Merak etmeyin, çıkışı size göstereceğim. Şimdiye kadar Min Yoongi'yleydiniz. Tekrar görüşene kadar sağlıkla kalın. ...