Vazgeçmek bazen bizi, bazen de bizden sonraki birçok kişiyi kurtarabilirdi. Hepinizin aklına şu kibrit örneği geldiğine eminim. Evet, onun gibi.
Bazen de vazgeçişler sonucu bir parçamızı sonsuza dek kaybederiz ve vazgeçişler her zaman iyi değildir. Başarıdan vazgeçmek, pes etmek demektir ve bazen de vazgeçtik sanarken aslında pes ederiz.
Bana sorarsanız ondan ne vazgeçtim, ne de pes ettim. Bizim durumumuz bunlardan çok farklıydı. Ben o kibrit grubundan ayrılmamıştım, ben onunla tamamen yanmıştım.
İçeriye insanlar girip çıkarken, doktorlar bir şeyler yapıyorken o odada olsam da bedenen, hepsini sanki dışarıdan bir göz olarak izliyor gibiydim. Kardeşi gelip abisiyle vedalaşırken, hemşireler yatağının etrafına çiçek bırakıp ona veda ederken sanki orada değildim. Acıyı iliklerime kadar hissediyordum fakat ortama ayak uyduramıyordum. Hepsi çok fazlaydı, benim için gerçekten fazlaydı ve kaldıramıyordum. Nefeslerim sıkılaşırken kimse benim farkımda değildi ki olması gereken de buydu. İlgiyi ondan almamalıydım, zaten herkes yeterince meşgulken bir de ben çıkmamalıydım ancak elimde değildi. Onun olmadığı bir güne gözlerimi açmak, onun gibi kokmayan bir yerde nefes almak dahi istemiyordum.
Sessizce odadan çıktım bu yüzden. Adımlarım savsaktı ve aslına bakarsanız nereye gittiğimi bile bilmiyordum. Sadece, daha fazla bunu izleyemezdim, daha fazla onu ölüme hazırlamalarını kaldıramazdım.
Adımlarım bir kapının önünde durduğunda, kapı tanıdıktı. Zihnimi bir kara bulut da kaplasa adımlarım şaşmaz, onu bulurdum. Yine öyle olmuştu. 305 numaralı odanın kapısı düğünümüzde yaptığımız süslemelerle aynı şekilde duruyordu. Kimse onları çıkarmamıştı, o istememişti.
Titreyen ellerimi kaldırıp kapıyı açtığımda, etrafımı onun sardığına yemin bile edebilirdim. Buradaydı sanki, birkaç adım attıktan sonra göreceğim yatağında uzanıyor ve kitap okuyarak beni bekliyordu.
Olmadı, ilerledim ve boş yatağını gördüm. Etrafta hala balonlar sönmüş de olsa duruyordu, onun ayakları altına serdiğim yıldızlar ışıkları açtığımda tekrar yanmaya başlamıştı ve kokusu... Ne kadar zamandır burada değildi ama yine de kokusu sinmişti bu odaya. Değil aylar yıllar bile buradan onun kokusunu çıkaramazdı.
Gözümden bir damla yaş süzüldüğünde tüm o süre boyunca buraya gelmediğim için kendime kızdım. Onun yanında hissetmek için bedenine ihtiyacım yoktu, buraya gelsem bile yeterdi. Yatağına yürüyüp yastığına sarıldım ve hıçkıra hıçkıra ağladım. Ben yalnızca onun yanında ağlardım zaten, yine öyle olmuştu. Kokusuna sığındım ve belki de saatlerce ağladım.
Kendime biraz biraz gelebildiğim zaman yatağından kalkıp kitaplığına yürüdüm. Parmaklarımı yüzeysel bir şekilde kitaplarında gezdirirken sanki parmak uçlarım kirpiklerine dokunuyordu. Buradaydı bunca zaman, hep bu kitapların arasındaydı. Okusam biliyorum ki her bir satırda onu bulacak, arada altını çizdiği yerlerde bana gülümsediğini görebilecektim. Her yere öyle sinmişti ki, somuttu sanki.
Gözlerim masasının üzerindeki bilgisayarına gittiğinde bir adım geri çekildim. Yanacağımı çok iyi biliyordum, her şey bittikten sonra her ne varsa onu açacaktım ama o an değildi. Henüz tahmin bile edemediğim şeyleri görmeye hazır değildim.
Tekrar yatağına uzandığımda kapı hızla açılmış ve annem telaşlı adımlarla içeri girmişti. Beni görünce rahatlayarak bir nefes verdi ve yatağa, yanıma, doğru yaklaştı. "Yoongi, tanrım çok şükür iyisin. Her yerde seni aradık."
"Nasıl iyi olduğumu söyleyebilirsin?" diye sordum alayla gülerek. Gözyaşlarım yanaklarımdan süzülüyordu ve ben aciz bir şekilde yine yastığına sımsıkı sarılıyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Star Of My Life|Yoonkook
FanfictionKemerleri takın ve ikimizin büyülü, 'hastalıklı' dünyasına girmeye hazır olun. Burası o kadar büyülü ki, kendinizi kaybedebilirsiniz. Merak etmeyin, çıkışı size göstereceğim. Şimdiye kadar Min Yoongi'yleydiniz. Tekrar görüşene kadar sağlıkla kalın. ...