15. saatin sonuna doğru ameliyathanenin kapısı açıldı ve saçları bandajlı bir şekilde babam göründü kapıda. Gözleri anında benim kızarık gözlerimi bulduğunda yüzündeki maskeyi indirdi ve ben sonunda gülümsediğini görebildim.
Omuzlarımdan kocaman bir yük kalkarken devamını dinlememe gerek yoktu, babamı çok sık gülümserken göremezdiniz ve ben anlatmak istediğini çok net anlamıştım. Yine de aciz bir şekilde somut olarak duymaya ihtiyacım vardı.
"Gerçekten gördüğüm en güçlü çocuktu, onunla gurur duyuyorum." diye başladı babam sözlerine. Annemler çoktan uyanmış heyecanlı bir şekilde babamı dinliyorlardı. "Birkaç kez zor anlar yaşadı ancak bununla savaştı ve ben yaklaşık 6 saattir onu gözlemliyorum içeride. Bir sorun çıkmadı." Yüzümde bir gülümseme oluşurken bu sefer mutluluk göz yaşları döküyordum. Hemen yanımdaki Bay Jeon ise omzumu sıkmıştı. "Gördün mü, sana söylemiştim."
Annem kollarını bana sardığında hala avuçlarım içerisindeki yüzüğü sıkmaktaydım. Ayakta durmama olanak sağlayan tek şey o olabilirdi.
Diğerleri orada birbirleri ile sarılıp mutluluklarını paylaşıyorken ben onlardan birkaç adım uzaktaydım. Ameliyathanenin kapısı ikinci kez açıldığında yine o küvözde, onu görebilmiştim. Gözleri kapalıydı ve dudakları arasından ince bir boru geçmekteydi. Zamanın benim için o an durduğuna yemin bile edebilirdim. Nefes almayı bırakmış, onu izliyordum.
Burnumdan takılı olan oksijen tüpünden kısık sesli bir alarm çalana kadar da nefes alamadığımın farkında değildim. Annem hızla yanıma gelip elini omzuma koyduğunda ise bizim dünyamızdan çıkarak gerçeğine dönebilmiştim. "Nefes al tatlım." Sonunda nefes alabildiğimde çıkan ses kesilmiş ve koridor tekrar sessizliğe bürünmüştü. Tabii bu sırada onu çoktan götürmüşlerdi. "Yani o... iyi öyle mi?"
Annem başını sallayarak bana gülümsedi. "Hiç olmadığı kadar iyi." Tekrar gülümsediğimde gülüşüm hala tamamlanmamış olmasına rağmen içtendi. O gerçekten artık özgürdü ve ben onun özgürlüğü için kendiminkinden vazgeçmiş olsam da en az onun kadar özgür hissediyordum.
Ondan sonraki günlerim ise beklemekle geçti. Tekrardan başa dönmüş gibi hissediyordum ve odamdan dışarı çıkmam yasak olsa da geceleri kendimi onu yoğun bakım odasının camından izlerken buluyordum. Her zamanki gibi uyandığında ilk gördüğü yüz benimki olsun istiyordum ancak o biraz yorgundu sanırım. Uyumaya ihtiyacı vardı.
Odamda kaçsam da, tedavimi aksatmıyordum. Onun kadar olmasa da ben de geleceğimiz için umut etmeye başlamıştım. Belki bir mucize daha olurdu ve ben iyileşirdim. Bu hastalıklı yuvamızı da seviyordum ama buranın dışında kendi yuvamızı yeniden inşa edebilirdik. Uyandığında iyi olmalıydım.
Böyle böyle bir ay geçti ancak o bir kez olsun gözlerini açmadı. Kimse bana hiçbir şey söylemiyordu ancak babamın da gün geçtikçe huzursuz olduğunu anlamıştım. Ailesi bu bekleyişte beni yalnız bırakmayarak burada bir ev kiralamışlardı ancak onlar da her geçen gün umudunu yitirmekteydi. Herkes ama herkes yavaş yavaş gözümün önünde ondan vazgeçiyorlardı ancak ben yine de onun için savaşmaya gönüllüydüm.
"Yoongi?"
Yine bir gece onu camların ardından izlerken duyduğum sesle başımı sesin sahibine çevirmiştim. Babam günlük kıyafetleri içerisinde karşımda duruyordu ve ben iyi bir azar işiteceğimden çok emindim. "Baba? Bu saatte burada ne arıyorsun sen?"
İç çekerek yanıma geldiğinde gözlerini camdan eşime dikmişti. "Bunu benim söylemem gerekirdi. Her gece buraya geldiğini bilmediğimi mi sanıyorsun Yoongi? Sadece önlemini aldığın için sesimi çıkarmadım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Star Of My Life|Yoonkook
FanfictionKemerleri takın ve ikimizin büyülü, 'hastalıklı' dünyasına girmeye hazır olun. Burası o kadar büyülü ki, kendinizi kaybedebilirsiniz. Merak etmeyin, çıkışı size göstereceğim. Şimdiye kadar Min Yoongi'yleydiniz. Tekrar görüşene kadar sağlıkla kalın. ...