Sevmek, çok sevmek ve belki de onun için kendinden vazgeçmek?
Herkes birilerini çok sevdiğini söyler ama en çok da o kişilere zarar verirlerdi. Yanlış anlamayın, kimsenin aşkına bok atmak değil amacım. Aşk bu, en iyi tadan biri olarak söylüyorum, öyle yakıyor ki ne yeniden doğacak külleriniz kalıyor geriye, ne de ruhunuz karışıyor ilkbaharda meyve ağaçlarına.
En son nerede kalmıştım? Hah, hatırladım.
Verilen ilaç sandığımın aksine sakinleştirici değildi, uyutmak için verilen bir ilaç olmalıydı ki gözümü açtığımda çoktan gece olmuştu.
Odamdaydım, klasik hastane odasında, o ve onun anıları dışında eklediğim hiçbir şey yoktu. Onunla aramızdaki en büyük farklardan biri buydu zaten. O bulunduğu her yeri yaşanabilir kılar, etrafı kendisiyle süslerdi ancak ben uğraşmazdım. Bana göre tanrının önceki yaşamımızdaki yaptıklarımıza göre bıraktığı yerdi bu dünya. Gerçekle alakası olmayan, kimilerine cennet, kimilerine cehennem. O yüzden, hiçbir yeri kendime özel yapmazdım. Tabii, bu o zamanlarda kaldı.
Bu dünya teorime göre, ben ve benim kusursuz bebeğim, önceki dünyamızda doyasıya sevişerek ve öpüşerek tanrının kuralını çiğnediğimiz için, burada akciğerlerimizden olmuştuk. Onun tek günahı buyken ben kesin boş durmamış ve bir boklar daha yemiştim ki, bu dünyada yalnız bırakılmıştım. Ve belli ki, son anda dünyayı kurtarmış olmalıyım, tanrı da bana onu tekrar verdi.
Onu öyle gördükten sonra birkaç gün onu göremedim ve söylemeden geçemeyeceğim, cehennem gibiydi. Kokusu yastığıma sinmişken onu görememek, sesini duyamamak beni kahretti. Birkaç sinir krizi ya da öyle bir şey geçirdim. O anları pek hatırlamıyorum bile.
İşte onsuzluğun beni getirdiği son nokta buydu. Ailem en sonunda bu halime dayanamadı ve bana gerekli ekipmanları sağlayarak odamdan çıkardılar. Yatakhanelerin olduğu koridordan sağa dönüp biraz ilerlediğimde ise, bir odada onu gördüm. Beyazlar içindeydi meleğim, öyle güzeldi ki, tanrı onun buraya fazla olduğunu çoktan fark etmişti.
Camdan görebilsem de onu, ne sesini duyamam ne de kokusunu alamamam önemli değildi. Ben onunla ilgili en ufak şeyle yetinirdim zaten.
Uzun bir süre, çoktan zaman kavramını yitirdiğim için hatırlamıyorum ama benim için asırlar sürmüştü, gözlerini açtı. En büyük ikinci şansımı -birincisi onunla karşılaşmaktı.- o gün kullandım ki, tam gözlerini açtığında camdan onu izlemekteydim.
Şokla ona bakarken gözlerini yavaşça araladı, beni gördü ve gülümsedi. Sanki uyuduğu süre boyunca görmek istediği tek şey buydu: çirkin, hayalet gibi görünen yüzüm.
Elimi cama uzattığımda yorgunca gözlerini kırpıp açtı. Ne demek istediğini anında anladım. En başından beri söylediğim gibi, bizim için kelimelere hiçbir zaman ihtiyaç olmamıştı.
Seni özledim, burada olduğun için teşekkür ederim.
Gülümsedim ama yüzümdeki maskeden anlayabildi mi emin değildim ancak bir süre sonra zorlukla kuru dudaklarını hareket ettirmesi anladığına işaretti sanırım.
Uyanmasıyla birden koridor karıştı ve gelen giden hızla onun odasına girmeye başladı. Ne olduğunu asla anlamadığım bir şeyler yapıyor ve yüzünden anladığım kadarıyla bol bol canını yakıyorlardı. En sonunda birileri orada olduğumu hatırlayarak beni odama götürmüştü.
Birkaç gün boyunca onu sadece o yarım saat kadar görebilmiştim çünkü onu kimseyle görüştürmüyorlar, odasının önünden bile geçirmiyorlardı. Camdan odanın perdeleri de içeri görünmeyecek şekilde sımsıkı kapatılmıştı.
Bedenlerimiz iki ayrı et parçasından oluşuyor olabilirdi ama bir şekilde de birbirine bağlıydı. Ne olduğunu bilmesem de, acı çektiğini en derinlerimde hissediyordum ve bu da beni etkiliyordu. Onun acı çektiğini hisseden bedenim bir şekilde iflasın eşiğine gelmişti. Önceden birkaç ayda bir olan krizlerim günde birkaç kereye çıkmıştı ve bu da hem ciğerlerimi hem de bedenimi kötü etkiliyordu. Zihinsel durumumdan bahsetmek bile istemiyorum çünkü tamamen kafayı yemiştim.
En sonunda, ailem bu işe bir el atmaya karar vererek beni onun odasına götürdü.
Odaya ben girdiğim anda ağlamaya başlamıştı ve bu da benim için son noktaydı. Bakmaya kıyamadığım bedeni acı içimdeydi ve o, orada beni özlediği için ağlarken ben nasıl dayanabilirdim? Kapının önünde ona içim giderek bakmayı kesip hızla yanına gittim ve ona sarıldım ama canını acıtmamak için kuş tüyü kadar hafifti dokunuşlarım.
Yatağın yanındaki koltuğa oturup göz yaşlarını teker teker sildim. Her yenisi geldiğinde, o sakinleşene kadar hiç usanmadan temizledim yanaklarını.
O da bilirdi ki ben onun ışık saçan gülüşüne hayrandım. Bu yüzden ıslakken gözleri, bana en güzel manzaramı sundu. Onun kadar güzel olmasa da eşlik ettim ona.
"Canın acıyor mu?" diye sordum fısıldayarak. İnanın bana çıkmıyordu sesim, tükenmiştim.
"Hiç acımıyor hyung, çok iyiyim ben." dedi ama yalan olduğunu ikimiz de biliyorduk. Nasıl benim canım acırken gidiyorsa içi, benim de farkım yoktu. Yine de, kendimi de ortak ettim yalanına. "Aferin benim güçlü bebeğime."
"Beni bebeğin olarak görmeyi keser misin, şu an bok gibi görünsem de sevgilinim ben senin."
Parmağımla yavaşça dudaklarına vurdum. "Hani küfür yoktu?" dediğimde omuzlarını silerek, "Hep senden hyung, hep senden." dedi.
O bana karışamadığını söylüyordu, ben ise tamamen ona karıştığım için benden geriye hiçbir şey kalmadığını düşünüyordum.
Ve ikimiz de ne kadar zıt olursak olalım, ne kadar farklı olursak olalım çoktan karışmıştık birbirimize. Benim benliğimine kadarı onunla kaplıysa biliyordum ki onunki de benimle kaplıydı.
Eğer ben karanlıksam ve kaplarsam gökyüzünü, o sırasını bekler aydınlatırdı günümüzü. Bir madalyonun iki zıt yönüysek ikimiz de, aynı madalyon olduğu sürece bir önemi yoktu. Sırt sırta verir, savaşırdık kendimizle.
Ve gecenin sabahla karıştığı o an, ya da aydınlığın karanlıkla buluştuğu alacakaranlık vakti bizdik işte. Yok olsa da aciz bedenimiz, dünya da peşimizden gelene kadar insanlığa ibret olacaktık.
-iksvorasay
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Star Of My Life|Yoonkook
FanfictionKemerleri takın ve ikimizin büyülü, 'hastalıklı' dünyasına girmeye hazır olun. Burası o kadar büyülü ki, kendinizi kaybedebilirsiniz. Merak etmeyin, çıkışı size göstereceğim. Şimdiye kadar Min Yoongi'yleydiniz. Tekrar görüşene kadar sağlıkla kalın. ...