3- Şikago Daktilosu

717 108 18
                                    








Acıyı hissetmek unutulur muydu?

Eğer acı, en mutlu anımızda bile kalbimizin bir köşesini kemirip duran bir fare olsaydı günün birinde tüm kalbimizi yiyip bitirmez miydi? İnsan içindeyken gizleyip durduğumuz fakat gece yatağımıza girdiğimizde daha fazla içimizde duramayan acı, gözlerimizden taşmak istemez miydi?

Benimki istiyordu.

Bir aydır Carpe Diem de birbirinden güzel günler geçiriyor ve günümü gün ediyordum. Taehyung bana harika bir arkadaş olmuştu. Ne zaman mutsuz hissetsem ve o acı kalbimi biraz ele geçirmeye başlasa yanımda bitiyor ve bir şekilde beni güldürüyordu. Birkaç kez deniz kenarına bile gitmiştik. Onca işinin arasında bana vakit ayırmaya çalışıyor olması Jeongguk tarafından alay konusu olmasına yol açmıştı ama sorun etmiyordu.
Jeongguk'la olan ilişkimiz biraz daha farklıydı. Onun anlam verilemez bir yanı vardı. Dikkatle izliyordum ve fark ediyordum. Kendi işleriyle meşgulken veya çalışanlarla konuşurken oldukça ciddiydi. Fakat tuhaf bir şekilde ikimiz karşı karşıya geldiğimiz anda anında o sinir bozucu haline bürünüyordu. İlk günkü halimizden daha samimiydik. Elbette hem dostluk anlamında hem de kavga etmek anlamında.

Şimdi gündüz saatlerindeyiz ve kapalı olan barın yerlerini süpüren bir garson, masada oturup kahve içen Taehyung ve her zamanki yeri olan bar tezgahında yine daktilosunun başında oturan Jeongguk.

Ben ise Madam Sophia ile alt kattan yeni yukarıya geliyorum. Buna rağmen yukarıda ne iş döndüğünü seslerinden anlayabilir hale gelmiştim. Gerçi zaten daktilonun o 'tık tık tık' sesi her şekilde kendini ele veriyordu.

Biraz Madam Sophia'dan bahsedeyim. Kendisi çok ağır başlı ve kibar bir kadındı. İnci kolyelerinden ve ne renk kıyafet giyinmiş olursa olsun o kırmızı rujundan hiçbir zaman vazgeçemeyen, her daim bakımlı ve güzel olmaya özen gösteren biriydi. Geçen hafta barda onun kırk sekizinci yaş gününü kutlamıştık ve hatta bar çalışanları ve biz hariç kimse olmadığı için ben bile sahneye çıkıp şarkı söylemiştim.
Günün sonunda ise Madam Sophia'dan tahmin bile edemeyeceğim övgüler almıştım. Tam bir sahne insanıymışım ve sesim cennetten geliyor olmalıymış. Hatta Taehyung'da buna benzer şeyler söylemişti. Jeongguk'a sesimi nasıl bulduğunu sorduğumda ise tepkisi "Sen şarkı mı söyledin? Hiç farkında değilim." Olmuştu. Oysa ki ben sahnedeyken gayette beni izlediğini fark etmiştim.

Her neyse.

Oldukları kata ulaştığımda beklediğimin aksine Taehyung'un masasının üzerinde bir silah gördüm. Parçalarına ayrılmış duruyordu.
Birkaç haftadır bu barda bilmediğim şeyler döndüğünün farkındaydım. Yapabildiğim kadar dikkatli davranıp tüm kapıları dinliyor ve ne işler çevirdiklerini öğrenmeye çalışıyordum. Şimdiye dek öğrenebildiğim tek şey ise Taehyung'un odasında silahlara dolu olan bir gizli bölme olduğuydu. Bu beni korkutmuyor aksine Carpe Diem'e daha çok güvenmemi sağlıyordu. Ne de olsa Japon askerleri benim için buraya gelirse Taehyung onları çıplak elleriyle kovamazdı.
Bu yüzdendir ki benim de kendimi savunacak kadar silah kullanmayı öğrenmemi istiyordu. Öyle bir baskın anı yaşarsak sadece yumruklarım yeterli olmazmış.

Taehyung'un olduğu masaya ulaşıp gözümü silah parçalarına diktim. Bu silahı biliyordum. Babamda da aynısından vardı.

"Birleştir bakalım."

Başımı sallayıp hemen işe koyuldum. Daha önce iki kez daha bunu yapmıştık. Neden direkt atış yapmayı öğretmek yerine silahı parçalayıp tekrar birleştirmeyi öğrettiğini bilmiyordum ama umursamıyordum da. Sadece dediğini yapıyordum ve günün birinde işime yarayacağını umut ediyordum.
Ben parçaları bir yanlış bir doğru şekilde hızlı hızlı birbirine geçirmeye çalışırken Taehyung kolundaki saate bakarak kahvesini yudumluyordu.

Carpe Diem | Jikook✔️Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin