4 Eylül 2011
Hafifçe gözlerini açarak etrafına bakındı dakikalarca. Önce uyandığını anlamasa da camdan içeri sızan ve perdeye takılan zayıf ışıktan sabah olduğunu anladı. Perdeden sızan ışık odayı tam aydınlatmasa da eliyle telefona uzandı. Saat sabah yedi idi. Ekranda beş adet mesaj ve birkaç cevapsız çağrının bildirimi duruyordu. Önce mesajlara baktı. '' Hesabınızda bulunan para terör örgütü ile bağlantısı bulunması sebebi ile...'' ikinci mesaja geçti, ''Ahmet dünkü partiye gelmemiş olmana çok üzüldük. Ancak...'' ''Kendini savcı, hakim, polis veya...'' dördüncü mesaj annesinden gelmişti, ''Ahmet baban vefat etti.'' tek cümle. Perdeyi eliyle açarak cama doğru yaklaştı. Az önce güneşli olan hava kapanmış güneş adeta bulutların arkasına saklanmıştı. Ara ara öne çıkmaya çalışsa da bulutlar onu arkaya doğru itiyordu. Ahmet az önce aldığı habere ağlamak istiyordu. Göz pınarları kuruyana kadar ağlamak. Çöle yağan yağmur hissi gibiydi ağlayamayışı. Tüm o gözyaşları yüreğine yağıyor ve her damla yok oluyordu yüreğinin sıcak kumlarında. Ancak her zaman ağlayamadığı gibi yine ağlayamamıştı. Küçüklüğünden beri hastalıktan mı yoksa psikolojik mi bilinmeyen bir sebepten hangi duyguda olursa olsun ağlayamıyordu.
Bir yandan aldığı haberi içinde tartıyor bir yandan sokaktaki insanlara bakıyordu. Bulutların dünyayı bu kadar karanlığa boğma sebebi muhtemelen yağmurun yağmasına işaretti. Bunu anlayan insanlar koşturmaya başlamıştı yağmura yakalanmamak için. Ahmet'in yerine bulutlar ağlıyordu. Her bir damlasına kadar. Zaman yavaşlamıştı. Koşan insanlar yavaşlamıştı. Yağmur damlaları teker teker seçilebiliyordu. Ahmet geçmişini düşünmeye başladı. Ailesi ile yaşadığı zamanı düşündü. Hep şikayet ederdi. Kardeşinin babasıyla olan tartışmaları iki inatçı insanın birbirlerine söz geçirmeye çalışması. O zamanlar çok rahatsız ediciydi. Peki şimdi olsa nasıl hissederdi ? '' Yine bu duruma sinirlerim bozulur muydu ? Yok, kesin sinirlenmezdim. Keşke halen devam etseydi. Keşke halen...'' Tüm bu düşünceler beyninde hareket halindeyken bir anda çakan sert ve gürültülü şimşek onu kendine getirdi. Gürültülü çakan şimşekler onun hep korkusu olmuştur. Çok saçma olsa da, küçüklüğünden beri korkardı. Kabuslarında tanımadığı insanları görürdü. Tepelerine inen yıldırımlar onları küle çevirirdi. Onların çığlıklarını işitirdi. Küle dönüşen insanlardan yayılan kokuyu alabilirdi. Belkide uzaklarda bir yerlerde gerçekten bu şekilde ölen insanların ölümlerine şahit oluyordu da farkında değildi. Çünkü her şey çok detaylıydı. Bu gördüğü korkunç kabuslar ona hayatı boyunca gürültülü şimşeklerden korkmasına sebep olmuştu, tıpkı şimdi olduğu gibi.
Hazırlandıktan sonra tekrar camdan dışarı baktı. Yağmur hızlanmıştı. Ankara'nın o gri havası şimdi daha gri, daha koyu olmuştu. Şehir adeta renksizdi. Renkli binalar adeta renklerini soldurmuş ve hepsi bir anda gri olmuştu. Gerçi Ankara'ydı burası. Burası her zaman renksiz, her zaman cansız ve sessiz olmuştur. Yağmurun bu kadar artması su birikintilerine sebep olmaya başlamış. Oturduğu kat girişin biraz altı olmasından sebep camının yere yüksekliği yirmi beş ile otuz santim kadardı. Bu yüzden yerdeki su birikintisini görebiliyordu. Su birikintisinin tam ortasına bir tahta parçası vardı. Üç ile beş santim uzunluğundaki tahta parçasına dikkatle bakınca, denizin ortasında kalan bir sandalın içinde kalmışlık hissi veriyordu. Bir tarafından ucu görünmeyen sonsuz bir mavilik, diğer tarafta yaklaşmakta olan bir başka korkunç fırtına gözüküyordu. Hangisi daha tehlikeliydi ? Sonsuz bir bilinmeyen mi yoksa bilinen bir olayın korkunçluğu mu ? İnsan her zaman bilinen bir kötülükten çok bilinmeyenden korkar. İnsanın gayesi her zaman bilinmeyeni bilmek olarak kalmıştır. Çünkü insanı öldüren veya yaralayan şey bilinmeyendir.
Evden çıktığında şemsiye veya şapka almadı. Her ne kadar korksa da şimşekten, o yağmuru severdi. Vücuduna değen her bir yağmur damlası ona insan olduğunu hatırlatırdı. Aksi halde kendini hep robot gibi hissederdi. Sabah uyanır işe gider akşama kadar ölü insanlar ve onların katilleri ile uğraşır akşam evine geldiğinde yemek yer televizyona bakar veya bilgisayarından oyun oynardı. Sonra uyur, ertesi sabah yine kalkar rutin devam ederdi. Bazen arkadaşları ile zaman geçirirdi. Sonra hayat yine rutine dönerdi. Çok nadiren olan yağmurun yağması gibi güzellikler onu insan olmaya tekrar iterdi. Yağmur onun hayatında bu yüzden önemliydi. Bu yüzdendir hiçbir zaman yağmurlu havada şemsiye kullanmazdı.
Tüm düşünceleri ile bindi otobüse ve oturdu koltuğa. Bu havada ve bu durumda araba kullanmak istemedi. Sadece oturup yağan yağmuru, koşan insanları izleyip düşünmek istiyordu. Kulağındaki müzik ona hep geçmişte yaptığı hataları hatırlatıyor keşke dedirtmiyor aksine hafif bir gülümseme sarıyordu dudaklarını. Sessizce ve kimsesizce gülümsüyordu yağan yağmura.
![](https://img.wattpad.com/cover/217271966-288-k576087.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cinayet Büro
Historia CortaCinayet büronun kendi içinde yaşadığı çatışmalar ve olaylar zincirini konu almaktadır.