Ülkede Seoul'de yaşayan, bizim aradığımız kriterlere uyan tüm Jiyeon'ları araştırmıştık. Bu konu yüzünden birkaç gündür ne Jinyoung'u ne de Yugyeom'u görebiliyordum. Umarım bu kadar araştırma sonuca varırdı çünkü Jinyoung'un hapse girmesine göz yumamazdım. Yani ikisinin de.
Şu anda ise ne mi yapıyordum? Kodeslere ilerliyordum. Jinyoung'la konuşmam gerekiyordu. Hızla kodeslere ilerleyip anahtarım ile kapıyı açtım. Yugyeom ve Jinyoung'a bakmamla akıcı bir konuşmanın ortasında olduklarını görebiliyordum. Kapıdan içeri kafamı hafifçe sokup dikkatleri üstüme çektim.
"Bölüyorum ama Jinyoung bir gelebilir misin?" Kafasını olumlu anlamda sallayıp yanıma geldiğinde kapıyı yeniden kapatıp ilerlemeye başladım.
"Ne oldu hyung? Sorun ne?"
"Sanırım dediğin kadını buldu- bir dakika... Hyung mu?" Jinyoung omuz silkip yanımda ilerlerken konuşmaya devam etti.
"Benden yaşlı duruyorsun. Kaç yaşındasın?" Benim hakkımda kişisel bir şey sorması kalbimin hızlanmasına sebep olurken ona bunu belli etmemeye çalıştım.
"26 yaşındayım ve sen 25 yaşındasın. Eylülde 26 olacaksın o yüzden Hyung demeni istemiyorum bana." Jinyoung şaşırmış bir şekilde iki dudağını aralayıp anladığını söyleyen mırıltılar çıkarmıştı. Gözlerim dudaklarına kaydığında bir süre incelemek istedim, çok istedim ama yapamadım. Hafifçe öksürerek bakışlarımı önüme döndürdüm.
"Kadının ismini bulduk sanırım." O sırada kapıdan dışarıya, bahçeye doğru yürüyorduk. Gözlerini büyültüp çıkmamamızı söyleyen meslektaşlarıma kendimi işaret edip güven verdim.
"Jeon Jiyeon. Hiç ismini duydun mu?" Jinyoung bu seferde kafasını olumsuz anlamda sallarken banklardan birine oturdum ve onun da karşıma oturmasını izledim.
"Hayır, hiç duymadım açıkçası. Peki kadını bulabildiniz mi?" Bu sefer de kafamı sağa sola sallama sırası bana geçmiş gibi olumsuz haberi verdim.
"Bulamadık. Ama artık bulmamız lazım çünkü davayı kapatmamı istiyorlar, çok oyalandığımı söylüyorlar." Jinyoung'un omuzları düşerken yeri incelemeye başladı. Sesi çıkmıyordu. Cevap vermemişti. Elimi omzuna koyup kafamı hafifçe yana yatırdım ve gülümsedim. Bu hareketim bakışlarının bana dönmesini salarken gülümsemeye devam edip konuştum.
"Hey hemen düşürmesene yüzünü... Bunca zaman elimden geleni yaptım, hala da yapmaya devam edeceğim. O yüzden hemen ümidini kesme lütfen." Dediklerimden sonra yüzüne hafifçe bir gülümseme yerleştirmesi benim bir tık daha fazla gülümsememe sebep olurken elimi omzundan çektim.
"Biraz daha araştıralım eminim o zaman buluruz. Hapse girmenize izin verme-" Sözümü kesen dudaklar ile gözlerimi şaşkınca açtım. Ne yapıyordu bu çocuk? Yine de fırsattan yararlanıp Jinyoung'un yüzünü incelemeye koyuldum. Gözleri kapalıydı, burnu burnuma sürtüyordu. O kadar güzeldi ki... Yine de hiçbir şey yapamadım. Karşılık vermedim, veremezdim iş yerindeydim. Dudaklarını hareket ettirmiyordu, masum minik bir buseydi. Minik olmasına rağmen tutkulu bir öpüşmeden kat kat daha iyi hissettiren bir buse.
Kısa bir süre sonra dudaklarımdan dudaklarını ayırdığında gözlerini gözlerime çıkardı. Şaşkınca büyümüş gözlerimi gördüğü an öksürürken başka yönlere bakmaya başladı."Şey... Siz araştırın en iyisi. Ben de Yugyeom'un yanına gideyim. Çok yalnız kalınca sıkılıyor. Teşekkürler yardımlarınız için." Hızla arkasını dönüp ilerlemeye başlarken ufak bir kahkaha atıp bir koşu yanına yetiştim.
"Farkında mısın bilmiyorum ama suçlu konumundasın." Gözlerimle kelepçelerine bakıp güldüm. "Bu halde tek başına kodese gitmene izin verirsem ismim sorumsuza çıkar. Bunu istemeyiz." Kafasını sallayıp konuşmaya devam etmeden ilerlemeye devam ettik. Kodesin önüne geldiğimizde kapıyı açtım ve içeriye girmesini izledim. Yine tek bir şey demeden kapıyı kapattım ve ilerlemeye başladım. Şu an ne kadar araştırmaya dönmek için Mark'ın yanına doğru ilerlesem de aklımda tek bir şey vardı. Resmen beni öpmüştü... Yüzümde ufak bir sırıtmayla Mark'ın odasına girdim.
"Neye sırıtıyorsun?" Masanın başında oturup beni izleyen Mark'ın sorusuyla omuz silktim.
"Hiiiiççç... Çalışmaya dönelim mi?" Mark daha fazla sıkıştırmamaya kadar vermiş olacak ki susup çalışmaya döndüğünde ben de dikkatimi toplayıp Jaebeom'un ofisinde olan olayı anlatmaya karar verdim.
"Geçen günlerde Jaebeom'un ofisine gittim." Mark masa başındaki işleriyle ilgilenirken ben ise etrafta boş boş dolaşıp anımı anlatmaya devam ediyordum. "Yeni bir stajyeri varmış. İsmi Junkook, Jeon Junkook." Dikkatini bana vermediğini belli eden bir sesle "ee?" diye sorduğunda göz devirdim.
"Annesinin ismi Jeon Jiyeon." Yine aynı umursamamazlıkta omuz silkti. "Bunun bizimle ne ilgisi var? Kore'de kaç bin insan vardır ismi Jeon Jiyeon olan." Oflamama engel olamayıp masasının başına geldim ve dikkatini çekmek istercesine koltuğunun hizasında eğildim. Bunu başarmış olacağım ki bakışları bana döndü.
"Mantıklı düşün. Bu olay yaşanıyor ve tesadüfe bak ki en yakın arkadaşımın yeni bir stajyeri oluyor. Jaebeom'la çalışmak için yalvaran bir stajyer. Annesinin ismi ise aradığımız isimle aynı çıkıyor. Bunların hepsi ya bir tesadüf ya da bu işin içince gerçekten bir şey var."
"Tesadüf işte." Mark'ın dediği şey keyfimi kaçırırken çömeldiğim yerden kalktım.
"Sadece benim için bu olayı araştır lütfen. Bu işin içinde bir şey olduğunu düşünüyorum, bu kadar fazla tesadüf olamaz." Ne kadar oflayıp puflasa da kafasını olumlu anlamda sallayıp önüne döndü, işleriyle ilgilenmeye devam etti. Zaten benim de şu an ilgilenmem gereken başka bir konu vardı. PARK JİNYOUNG BENİ ÖPMÜŞTÜ...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
guilty | jinson
FanfictionAilesinden üçünü kendi elleriyle öldürdüğünü söyleyen Park Jinyoung'un Seoul Karakolunun Cinayet büro bölümünda çalışan Wang Jackson ile yolları kesişir. İtiraf etmesine rağmen Jinyoung'un hareketlerinden şüphe duyan Jackson davayı uzatır ve olayın...