i am the guilty

759 59 31
                                    


Evet, işte yine ve yine çalışıyordu alarmım. Bozuk bir plak gibi her gün aynı saatte çalıyordu. Beni güzel uykumdan uyandıran iğrenç alarm melodisine söverken telefonumu elime alıp alarmı kapattım. Uyku sersemi gözlerimi bile zar zor açarken bir de işe gitmek zorunda olmam beni iyice çıldırtıyordu.

Yataktan zorla kalkarken, zorla derken ciddiyim yaklaşık 15 dakika boyunca kalkmaya çalışmıştım, banyoya doğru ilerledim. Aynada uykulu halime bir göz atarken kusmamak için başka bir tarafa bakmaya çalıştım. Wang Jackson... Gelecekteki eşin her sabah bu yüzü görecek ve bu yüzden büyük ihtimal bir yıla kalmadan boşanıcaksınız. Düşüncelerimi kafamdan dağıtmak için yüzüme birkaç kere su çarpıtıp klasik işlerimi hallettim. Her sabah aldığım duşu aldım, traş oldum, dişlerimi fırçaladım. Hepsi yaklaşık 20 dakika sürerken evden çıkmam için daha yarım saatimin olduğunu görünce rahatladım.

Bu seferde mutfağa doğru ilerledim. Evim- pardon evimiz (!) oldukça büyüktü. Evde ne kadar başta tek yaşasam da sonradan avukatlık kariyerinin daha başlarında olan arkadaşım Jaebeom'u da eve almıştım ve beraber yaşamaya başlamıştık. Evet o zamanlar başlarındaydı ama emin olun kendisini bir yılda fazlasıyla geliştirdi. Hala da geliştirmeye devam ediyor. Dolabı açtığımda yine bir hiçlikle karşılaşırken derin bir nefes aldım.

"Sakin ol Jackson... Hayır Jackson Jaebeom'u dövmemelisin hayır..." Kendi kendime konuşup sinirimi gidermeye çalıştıktan bir süre sonra geçmediğini farkettiğimde sertçe dolabın kapağını kapattım.

"Hem pasaklı, hem utanmaz hem de görgüsüz olmayı nasıl beceriyorsun Jaebeomah inan bilmiyorum..." Kore ahlak kurallarına göre Jaebeom'a Hyung deme gibi bir zorunluluğum olsa da sırf 2 ay yüzünden demeyi düşünmüyordum.

Bu evden bana ekmek çıkmayacağını anladığımda ceketimi üstüme geçirip evden çıkmaya karar verdim. Evin garaj kısmına girip arabamı çalıştırdım. Radyodan kafama göre bir şeyler açarken karakola ilerlemeye başladım.

Cinayet büroda çalışıyordum. Küçüklüğümden beri bir şeylere kafa patlatmayı, beyin yormayı severdim. Annemler bazen elime 1000 parçalık yapboz bırakırlardı ve ben saatlerce onunla ilgilenirdim. İşte bu yüzden benim için doğru mesleğin bu olduğunu biliyorum.

Tabi ki bu davaları tek başıma çözmüyordum. Partnerimin adı Mark, Mark Tuan. Kendisi hem arkadaşım hem de iş ortağım. İşinde oldukça başarılıdır, benim gibi. Seoul'un büyük sorunları bize verilirdi ya da Kore'nin. Ve açıkcası şu ana kadar çok fazla düşünüp çözemediğimiz bir dava olmamıştı. Zaten şunun şurasında 2 yıldır bu işi yapıyordum ama yine de adımın camiada bilindiğine emindim.

Karakola geldiğimde arabayı güzelce park edip indim ve kapıya doğru yürümeye başladım. 15 saniye sonra gözüme karşıdan koşarak bana doğru ilerleyen bir Mark Hyung takıldığında olduğum yerde durdum. Yanıma gelmesi ile ellerini diz kapaklarına yasladı ve kontrolden çıkmış olan nefesini düzene sokmaya çalışarak konuştu.

"Jack..." Derin bir nefes aldıktan sonra dikeldi ve saçlarını tek eliyle dağıttı. "Yeni bir dava geldi. Aile içi cinayet. Acilen suç mahalline gitmeliyiz, bizi bekliyorlar." Kafamı hızlıca olumlu anlamda sallarken geri arabama döndük ve Mark Hyung'un önüme açtığı navigasyona bakarak arabayı sürmeye başladım. Gözlerim yoldayken kulağım ise Mark Hyung'un cinayetle ilgili söylediklerindeydi.

"Ailenin beş bireyi var. Ailenin anne ile babası 1990'ların en bilindik oyuncuları. Anne Park Beoyoung, baba Park Jaehyun. Üç çocuklarından en büyüğü Park Jinyoung, sonra Park Sooyoung ve sonuncusu Park Yugyeom. Lakin bu olayda tuhaf bir detay var ki o da basının Yugyeom'dan haberi olmaması. Anne Park Beoyoung 1997 Kasım'ın 17'sinde Yugyeom'u doğurduğu gibi baba Park Jaehyun hastaneye yüklü bir miktarda para vererek Yugyeom'un doğum kaydını sildiriyor. Tüm evraklar, kamera kayıtları, her şeyi. Aile 2005'e kadar televizyonlarda kalmaya devam ederken bir anda anne de baba da oynadıkları dizilerden çıkıp ortadan kaybolmuş." Kaşlarımı istemsiz bir şekilde kaldırıp Mark'ın dediklerini dinliyordum.

"Ee iyi de, bunlar ne kadar kayıtları silseler de herhangi bir olayda bunun polisler tarafından ortaya çıkacağını bilmiyorlar mıydı? Bunu yapabiliyorlarsa eminim önceden araştırmışlardır, biliyorlardır." Sözüm bittikten sonra sağa dönüp varmamıza az kalan Deokyong gu'ya doğru ilerlemeye devam ettim.

"Biliyorlardır illaki. Sanırım böyle bir olayın olacağını, polislik bir olaya karışacaklarını düşünmediler." Kafamı ona katıldığımı belirterek salladım ve evin önüne gelince toplanan kalabalığa göz devirdim. Arabayı park edip seri hareketlerle kalabalığın içimden geçtik. Evin etrafını sarmış sarı şeriti kaldırıp altından geçtikten sonra açık kapıdan içeriye girdim. Hemen ardımdan Mark gelirken hafifçe öksürüp içeride koşuşturan polislerin dikkatini çekmeye çalıştım. Bir polis hemen yanımızda biterken bizi suçlunun yanına götüreceğini söyledi.

"Bu kadar hızlı bulunmuş mu yani?" Mark Hyung'un kulağına fısıldamam ile Mark omuz silkip o da kulağıma doğru fısıldadı.

"Demek ki itiraf etti ya da iş üzerindeyken yakalandı." Lüks malikanede üst kata çıktığımızda yatağın üstüne oturmuş, birbirlerine sarılan iki kanlı vücuda baktım.

"Anne baba ve kız kardeş ölü." Yanımdaki polis konuştuğunda pür dikkat ona baktım. Eliyle kahverengi oğlanı gösterdiğinde ona döndüm. Gözleri doluydu, yanındaki ondan daha büyük bir cüsseye sahip olan oğlana sarılıp kulağına bir şeyler fısıldıyordu,elleri ise kıpkırmızı kandı. Bir süre onu incelediğimi anlamış olacak ki bakışlarını yanındaki oğlandan çekerek bana döndürdü.

"Park Jinyoung, en büyük oğulları suçunu itiraf etti. İfadesini de siz gelmeden verdi efendim ama biz sizin de özel olarak almanız tarafındayız. Bize ifadesi mantıklı ve yanlışsız gelse de en iyisi sizinde bir üstünden geçmeniz." Kafamı olumlu anlamda salladım. Tabi ki ifadeyi biz alacaktık. Cinayet büroyuz sonuçta, işimiz bu. Adımlarımı yavaşça yatağın üstünde oturan ikiliye yönlendirdim. Önlerinde diz çökerken isminin Jinyoung olduğunu öğrendiğim kişi kardeşinin önüne siper oldu. Daha ağzımı açmadan savunmasını yapmaya başlamıştı.

"Üçünü de ben öldürdüm. Kardeşim Yugyeom bu ailedeki en masum insan, ellerinizin ona değdiğini görmeyeceğim. Siz sormadan söyleyeyim avukat tutmak istemiyorum. Sadece beni alın götürün ve cezam neyse çekeyim çünkü gram pişmanlığım yok." Cesur davranışı ile kaşlarım havaya kalkarken omuz silktim.

"Peki." Arkadan polislerden birine gelmesini işaret edip iki kardeşi gösterdim.

"İkisini de tutuklayın. Ne kadar itiraf ederse etsin gözümde ikisi de şüpheli ve bu olayı tam olarak çözene kadar ikiniz de gözaltında kalacaksınız."
Jinyoung göz devirirken son bir kez Yugyeom'a dönüp yanaklarına kanlı bir öpücük bıraktı.

"Seni seviyorum, dikkatli ol tamam mı? Söz veriyorum zararsız atlatacağız, söz." Jinyoung yeniden bana dönerken iki elini bana doğru uzatıp bileklerini birleştirdi.

"Kelepçeleyin bakalım."

guilty | jinsonHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin