Geçen gece, neredeyse tüm herkesi eve topladığımız gece gayet güzel bitmişti. O günün ardından iki üç gün geçtiğinden olsa gerek Jaebeom evdekilere az çok alışmıştı ve bu yüzden sesini çıkarmıyordu. Hele Yugyeom'a gayet samimi davranıyordu. Jinyoung Youngjae hariç herkesle arasına bir duvar örmeye çalışıyor gibiydi, buna ben de dahildim.
Soğuk mu atıyordu, bir şey mi olmuştu emin değildim çünkü birbirlerimizi hala tam anlamıyla tanımıyorduk. Bu yüzden de bugünkü planımı ona göre ayarlamıştım. Jaebeom işe gidecekti, Yugyeom çöp atarken tanıştığı Bambam'in evine gidecekti ve biz ise Wang Jackson'ın ayarladığı şehir turunu yapacaktık. Eve geldiğinden beri iş ilanlarından kafasını kaldırdığını çok nadir görmüştüm. Açıkçası bu beni bir tık üzüyordu çünkü ona keyfine bakmasını, yavaş yavaş her şeyin oturacağını söylememe rağmen inatla acele hareket ediyordu.
''Hyung! Ben çıktım!''
Yugyeom evden çıkmadan önce seri bir şekilde Jinyoung'a seslendiğinde o da 'Tamam, iyi eğlenceler' diye seslenmişti. Koltukta oturup telefonumdan yine ilanlara bakan Jinyoung'un yanına gidip oturdum. Gözleri anlık bana kaysa da istifini bozmadan geri işine döndü. Bu sefer telefonu elinden aldığımda hafif kaşlarını çatıp bana döndü.
''Bir şey mi diyeceksin?''
Kafamı olumlu anlamda salladım.
''Söylesene ne bekliyorsun?''
Hafif terslemesine göz devirip konuştum.
''Bugün dışarıda gezelim. Güzel yerler ayarladım.''
Tam reddetmek için ağzını açtığı sırada 'lütfen' diyerek, kafamı hafif sola yatırıp gözlerine baktım. Buna dayanabilen var mıydı cidden? İnsanların üzerinde tek işleyen yüz ifademdi bu. Her zaman olduğu gibi yine beni yüzüstü bırakmayıp Jinyoung'un 'Üf, tamam' demesini sağlamıştı. Hızlıca hazırlanıp çıkmamız yaklaşık 15 dakikamızı almıştı. İkimizde hızlı hazırlanan insanlardık. Bu küçük ortak yönümüz bile içimin kıpır kıpır olmasını sağlamıştı. Arabaya bindiğimizde emniyet kemerimi takıp konuştum.
''Aç mısın?''
Kafasını olumsuz anlamda salladığı için gezeceğimiz yerler arasında küçükken gittiğim ve bayıldığım barbekücü elenmişti. Tam arabayı çalıştırıp ilerleyeceğim sırada kemerini bağlamadığını görünce çenemle kemerini işaret ettim. Hızla anlayıp bağladığında ilerlemeye başladım. İlk durağımız belliydi; küçükken okuldaki arkadaşlarım ile birlikte gittiğim park. Ne kadar işe yarardı bilmiyordum ama çok güzel bir çocukluk geçirmemişti, bu yüzden ona bugün az da olsa benim çocukluğumda yaşadığım hisleri hissettirmeye odaklanacaktım. Yolculuğun çoğunluğu müzik dinlememiz ve benim saçma sapan o müziği söylememle geçmişti. Jinyoung ise sadece beni izleyip arada gülmüştü. Nedense hala soğuk hissettiriyordu, o iyi miydi? Müzik listemde çalmaya başlayan 'Oh darlin what have i done' şarkısı ile dudaklarından kısıkta olsa duyabileceğim tonda mırıltılar çıkmaya başlamıştı. Sesi fazla güzeldi. İnsana huzur veren türdendi. Tüm sesinin arabayı kaplayacak şekilde şarkı söylemesini ne kadar istesem de bunu başta kendisi yapmazdı. Kısa bir süre ona dönüp baktığımda kelimenin tam anlamıyla kutsanmıştım. İçimdeki bu duyguları başka hangi kelime açıklardı hiçbir fikrim yoktu. Kafasını cama yaslamış, ben arabayı sürerken dışarıyı izleyen, hafif hafif şarkıyı mırıldanan bir Park Jinyoung.
Parka varmamız ile kemerlerimizden kurtulup kendimizi dışarıya atmıştık. Etrafta gözlerimi gezdirip gülümsedim. Hiç değişmemişti. Jinyoung'a döndüğümde 'Burası neresi?' der gibi baktığının farkındaydım. Yanına ilerleyip parmaklarımı parmaklarının arasından geçirdim.
''Abur cubur alıp bu parkta yiyelim, olur mu?''
Kafasını olur anlamında yavaşça salladığında yerini ezbere bildiğim ve hala orada olmasını umduğum markete doğru ilerlemiştim. Şansıma hala açıktı. İçeriye girdiğim gibi alacaklarım az çok belliydi. İki muzlu süt, çikolata ve jelibon. Jinyoung'a istediğini alabilirsin desem de almamıştı, klasikti. Kasiyer hızlıca kasadan aldıklarımızı geçirdiğinde hepsini bir poşete yerleştirip parka ilerledim. Eskiden burada bir sürü çocuk olurdu, şimdi ise neredeyse boştu. Bunları kafamdan atarak çimlere yerleştim. Jinyoung'ta yanıma yerleştiğinde pipeti süre batırıp Jinyoung'a uzattım. O elimden alırken ben ise konuştum.
''Eskiden burada arkadaşlarım ile oyunlar oynardım. Burası benim çocukuğumun yarısı diyebilirim.''
Jinyoung anladığını belirten mırıltılar çıkararak pipeti dudaklarının arasına dayadı. Ben ise bu hareketine bile hayran hayran bakmıştım. Anlatmaya devam ettim.
''Burada oyun oynarken bir arkadaşımı kaydıraktan ittirmiştim. Şansa bak ki düştüğü yerde büyük bir taş varmış. Kafasını çarpmıştı.''
Jinyoung edişeli sesiyle 'bir şey oldu mu?' diye sorduğunda kafamı olumlu anlamda salladım.
''Öldü.''
Aklıma anılarımız geldiğinde gözlerim istemsizce dolmuştu. Joon... Kang Joon, seni ne kadar özlediğimi biliyor musun?
''Bilerek yapmadım. Şakalaşıyorduk ve bir anda düştü, kanamaya başladı, annesi yanımıza geldi derken ne olduğunu bile anlayamamıştım.''
Derin bir nefes alıp akmaya yer arayan göz yaşlarımı sildim.
''Buraya o zamandan beri gelmiyorum. Gelecek kimseyi de bulamadım. Senin yanında olmam bana güç verir diye düşünmüştüm ama sanırım hata yapmışım. Yani tabi ki güç veriyorsun, demek istediğim o değil. Sadece... Ah bilmiyorum. Sanki sana dert yanmak için buraya getirmişim gibi duruyor olabilir ama yemin ederim öyle değil. Belki de ilk durak olarak burayı seçmemeliydim. Hadi buradan kalkıp ikinci durağa gidelim orada daha çok eğleneceği-''
Dudaklarıma konan minik buse susmama sebep olurken çok konuştuğumu o an fark etmiştim. Neden şimdi susmuştum? Eli yanağımdaki yerini alıp hafifçe okşamaya başladığında ben ise dişlerimi sıkıyordum. Gergin miydim? Sanırım evet. Olmalı mıydım? Evet.
''Hey... Kendine bu kadar yüklenme. Bir suçun yokmuş, çocukmuşsun. İnsanları öldürmek isteyecek biri olmadığını biliyorum zaten. Lütfen bir daha bu konu açılınca yaptığın şey için değil arkadaşının özlemi için üzül.''
Gülümseyip elini yüzümden çekti. Hava fazla mı sıcaktı? Ellerimizi oturduğumuz yerde yeniden kenetleyip parmaklarımla oynamaya başladı.
''Ayrıca benden güç bulman fazla şirin değil mi Wang Jackson? Bunları söylerken benim mutlu olacağımı tahmin edip iki kere düşün lütfen. Hayatımda bana iyi davranan ve böyle duygular hissettiren ilk insansın bu yüzden duygularımın yoğunluğunu tahmin bile edemezsin.''
Elimin üstüne de minik bir buse kondurduğunda kulaklarıma kadar kızardığımı hissetmiştim. Tek umudum onun bunu görmemesiydi.
''Sana aşık olmamak için zor tutuyorum kendimi Jackson.''
Son dediği şey yutkunmamı sağlarken kalbimin atışlarının dışarıdan duyulup duyulmadığını düşünüyordum. Bana doğru yaklaştığında nefesim kesilmişti. Park Jinyoung... Lütfen yüzünü bu kadar yaklaştırma. Daha fazla aşık olmak istemiyorum.
''Ya sen? Sen bana aşık mısın?''
Yanağıma küçük öpücükler kondurup oradan boynuma doğru kaydığında konuşmuştu. Bu hareketleri ne kadar mest olmamı sağlarken cevap vereceğim sırada telefonuma gelen art arda bildirim sesleri dikkatimi dağıtıyordu. Jinyoung oflayıp geri çekildi ve telefonu işaret etti. Keyfi kaçmıştı işte. Yine de bir şey demeyip telefonu elime aldım. Mesajlar bölümüne basıp Mark'tan gelen mesajları okumaya başladım.
Mark Hyung
jackson acil gelmen lazım
çok kötü bir şey oldu
jungkook kaçmış
-------------------------------
açıkçası şu an tek odaklandığım şey kitabı yarım bırakmamak ve elimden geldiğince hızlı bir şekilde bitirmek finalini az çok kafamda kurguladım ve sanırım ortalama olarak 3-4 bölüm daha yazıp kitabı bitireceğim okuyan herkese teşekkür ederim 1k olmasının gazına gelip yazdım umarım bölümü beğenmişsinizdirr
ŞİMDİ OKUDUĞUN
guilty | jinson
FanfictionAilesinden üçünü kendi elleriyle öldürdüğünü söyleyen Park Jinyoung'un Seoul Karakolunun Cinayet büro bölümünda çalışan Wang Jackson ile yolları kesişir. İtiraf etmesine rağmen Jinyoung'un hareketlerinden şüphe duyan Jackson davayı uzatır ve olayın...