Namjoon telefonunu çıkarıp saate baktı, "İkiyi sekiz geçiyor,"
İki saattir buradaydık, zaten soğuktu zaman geçtikçe daha da soğumuştu. Üşüyordum, Namjoon'un da üşüdüğünü tahmin edebiliyordum ama belli edecek birine benzemiyordu.
Yavaştan uykum gelmeye başlamıştı, ayakkabılarıma bakarak düşündüm. Sabah kaça kadar burada kalırdık bilmiyorum, bu da en iyi ihtimaldi. Öğlene kadar uzaması ihtimali de vardı. Çok geç saatlere kalmazdım, uyumamak pek bir seçenek değil gibiydi.
Esnerken Namjoo'un yüzüne baktım. Göz göze geldik, en ufak bir uyku belirtisi bile yoktu. Alışkın olmalıydı. "Huysuzlanmak istemem ama uykum geldi ve üşüyorum."
Yere oturdum. Oldukça soğuktu ama alışmam gerekiyordu. Uykuya dayansam bile o kadar saat ayakta duramazdım.
Namjoon halime bakıp gülümsedi. Gelip yanıma oturmadan önce, ona bile bol gelen, ceketini çıkardı. Yanıma oturup iyice dibime girdikten sonra, ceketle üzerimizi örttü. Güldüm.
"Bu oldukça klişe ve tatlı bir hareket."
Homurdandı. "Kes sesini yoksa, seni burada donmaya bırakırım."
"Bir yere gidemezsin, en kötü ihtimalle üstüne atlayıp ceketini zorla alırım."
Dediklerime kahkaha attı. Bir saniyesini bile kaçırmadan izledim, dudaklarım hafif aralamıştı. Gülüşü güzeldi ve tonu baş döndürücüydü. Benim gibi kaç kızın bunu düşündüğünü merak ettim ve hakkım olmadan rahatsız oldum.
"Üstüme atlamak için böyle sebeplere başvurman gerekmiyor."
Doğru gerekmiyordu, oldukça yakındı bedenlerimiz. Ona baktım, bana baktı.
Ben de onu öptüm. Çünkü sebebe ihtiyacım yoktu.