#1.Bölüm: Kapı#

103 51 25
                                    

Başladığın tarihi yaz!

"O kırmızı kapıyı açmanın hayatımı mahvedeceğini biliyordum."

Begüm^^

Önümde duran çift girişli, kırmızı kapıya baktım.Aslında bakılırsa kapı çok sıradışıydı. Ahşapdı. Boyası solmuştu, göğüs hizasındaki tokmağı sanki bugüne kadar kimse tarafından kullanılmamış gibiydi,kaba pirinç bir topuzu vardı.

İleriye attığım her bir adım büyük bir çaba gerektiriyordu, sanki çatlak bir kaldırımdan ilerlemek yerine hâlâ yaş olan çimentoda yürümeye çalışıyor gibiydim.

O kırmızı kapıya iyice yakınlaşınca bedenim yaklaşmakta olan bütün korku semptomlarının tümünü sergiliyordu:

Sırtım omurgam boyunca baştan aşağı ürperiyor muydu?

-Kesinlikle.

Kollarımda ki tüyler diken diken miydi?

-Evet.

Ya ense kökümde iğneleme?

-Mevcuttu.

Kafatasımda ve saç diplerimde karıncalanma?

-Evet hissediyorum.

Kırmızı kapının kulpunu tam açıcak iken telefonumun bildirim sesi beni korkuttu.

Bir yeni mesaj

Kimden: bilinmeyen numara

İçeriye gel Dark.

Şuan tüylerim diken dikendi. Bilmediğim bir numara ve karşımda duran bir kapı. Bir anlık cesaretimle telefonumun ışığını açıp, içeriye girdim.

O an yüksek sesle bana bağırarak "Lanet olası şey kapat şu ışığı! " diyerek telefonumu yere fırlattı. Her yer karanlıktı bu yüzden hiçbirşey gözükmüyordu.

Ama tek bildiğim,bu sesin bana tanıdık gelişiydi. Belki de bu Mia dı.

-Mia,orda mısın?

O an bir fısıltı daha işittim. Tekrar Mia diye seslendim. Yanıt gelmedi. Dikildim, daha başka fısıldaşma işitecek miyim acaba düşüncesiyle dinledim. Hiçbirşey duymadım.

Çocukken çok sayıda korku filmi seyrederdim,ki bu çok garipti, çünkü onlardan nefret ederdim. Bir şeylerin bana doğru sıçramasından hiç hoşlanmazdım.Ve kanlı filmlere hiç dayanamazdım. Ama onları yine de seyreder, kahramanların önceden kolayca tahmin edebilir aptalca hareketlerinden zevk alırdım.

Ve şimdi o sahneler, bahsi geçen salak kahramanın kapıyı tıklattığı, kapının hafifçe aralandığı ve sizin "Koş,seni kıt zekâlı salak!" diye çığlık attığınız, kahramanın yerinden bile kıpırdamadığı ve sizin bunu anlamdıramadığınız,iki dakika sonrasında katilin kahramanın kafatısını deldiği ve beynini büyük bir gürültüyle çiğnediği o filmler gözümün önünde tekrar canlanıyordu.

Hemen şimdi buradan uzaklaşmalıydım. Aslında öyle yapacaktım. Ama buraya Mia için gelmiştim. Bana gönderdiği video da ki sarf ettiği sözleri, ses tonundaki titremeyi anımsadım.
İç çektim,onu bulacaktım. Ne olursa olsun...

Yazarın ağızından;

Wendy Tynes Stüdyosu:

-'İş Üzerinde Yakalanlar' a hepiniz hoşgeldiniz! Ben Wendy Tynes.

Şuan Wendy canlı yayındaydı. Wendy bir muhabirdi, tacizcileri deşifre eder ve canlı yayından hemen önce GERÇEĞİ, SADECE GERÇEĞİ, gerçeğin tümünü söylemeye, gerçek dışı hiçbir şeyi dile getirmemeye, Tanrı'nın huzurunda son kez yemin etmeyi asla unutmazdı.

Wendy nedense bugün canı çok sıkkındı. Tek düşündüğü şey, evine git, bir içki iç,ve hokus pokus herşey iyi olacak.

Tabiki de öyle bir şey olamazdı. Hayal dünyasından çıkıp işine kaldığı yerden devam etti.

Yaklaşık iki saat kadar yayın tamamlanmıştı.

Wendy eve gitmedi. New Jersey'deki TV haber stüdyosunun çıkısından yönelirken e-postalarına baktı ve yönetmeni Vic ten bir mesaj geldiğini gördü. Mesaj, ki belki de bu Vic'in hayatı boyunca gönderdiği en uzun e-maildi, şöyle diyordu:

"HEMEN ŞİMDİ YANIMA GEL."

Saat gece üç otuzdu. Wendy lise son sınıf öğrencisi olan oğlu Bora şuan evde olmalıydı. Oğlunu, ev telefonuna hiçbir zaman yanıt vermediği için, cebinden aradı.

Bora telefonu dördüncü çalışta, o alışıldık tarzıyla yanıtladı: "Ne var?"

Wendy oğluna "Evde misin?" diye sordu.

"Evet."

"Ne yapıyorsun?"

"Hiçbirşey."

"Ev öden var mı?"

"Biraz."

"Peki, yaptın mı?"

"Yapacağım."

"Neden şimdi yapmayı denemiyorsun?"

"Of anne."

Yeni bir gün, aynı sohbet. Wendy, "Büyük olasılıkla saat yedi gibi evde olacağım." dedi. "Gelirken Çin yemeği getirmemi ister misin?"

Bora, "Bamboo House'a git." dedi.

"Tamam. Saat dörtte Jersey'nin yemeğini ver."

Jersey köpeklerinin adıydı.

"Tamam."

"Sakın unutma."

"Hı-hıı."

"Hoşçakal"

Klik.

Wendy derin bir nefes aldı. Bora şimdi on yedi yaşındaydı, son sınıftaydı, ve tam baş belasıydı. Baş belası oğlu Bora, sahip olduğu her şeydi. On iki yıldır yanlızdılar, bekâr anne ve tek çocuğu büyük beyaz bir evde yaşıyorlardı. Yıllar, her çocukta olduğu gibi, akıp geçmişti.

Wendy, Bora'nın hiçbir zaman gitmesine izin vermek istemedi. Ona her gece baktı, şahit olduğu baş belası mükemmelliği seyretti ve oğlu dörtbyaşına geldiğinden bu yana Tanrı'ya lütfen onu burada, bu yaşta dondurmama izin ver, onu birkaç gün daha yanımda tutmama izin ver, diye yalvardı.

Çünkü kısa bir süre sonra yanlız kalacaktı.

Telefon ekranına diğer bir e-posta daha belirdi. Yine yönetmeni Vic'ten geliyordu:

"'HEMEN ŞİMDİ YANIMA GEL' DERKEN HANGİ NOKTAYI YORUMA AÇIK BIRAKTIM?"

Yanıtla tuşuna bastı ve yazdı: "Geliyorum."

Devam edicek...

Buraya kadar okumuşsan teşekkür ederim. İlk bölimü kısa tutmak istedim ama bunu yazarken bile yoruldum.

Diğerki bölüme kadar beklemede kalın, sağlıkla ve sevdiklerinizle kalın!

Sizi seviyorum...


















Yazar: Bikinisinde_uzay

KAPANHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin