"Katran Dağı'nda gecelerin biriktirdiği her cümleyi işitiyordum. İntikam ve acı talep ediyordu dilleri.
Düşmüş bir meleğin kanatlarından güç bulduklarını haykırıyordu dudaklarından dökülen zehirli kelimeler.
Cüretkar ve vahşiydi atılan nidalar. He...
Kalpler kırılıyordu ve tamir etmek kimsenin umurunda bile değildi bu diyarda. Bazen kendimi onlar kadar vurdumduymaz hissetmekten alıkoyamıyorum. Bir anlığına da olsa yaptığımdan gurur duyuyor benliğimin bir köşesi. Sonra ise pişmanlık kaplıyor içimi. Beni unuttuğuna kanaat getirdiğim Tanrının affına sığınma gereği duyuyorum.
Sanırım bazı şeyleri çözmeye başlıyordum. Daha gençtim ve hayatı çözümlemek için iyiyi de kötüyüde görmek zorundaydım. Farkına varmaya başladığım bu gerçeklik beni korkutuyordu. Çünkü; iyilik ve kötülük kavramlarının bilincine vardıkça gücümün daha fazla hareket etmek istediğini de hissediyordum. Her zaman tetikte bekleyen bir aslan misali, önce parçalamak sonra da yakıp yok etmek için bir av bekliyor gibiydi.
Tanrı biliyorki bu gücü her hissettiğimde annemin hiç işitmediğim sesini duyuyordum.
Sanki beni çağırıyor..
Ya da zihnime bulaşan tınının ona ait olmasını diliyordum. Karman çorman olan içimin ve dışımın her zerresinde, sıkışmış bir hayvanın ruhuna ev sahipliği yapıyor gibiydim.
Artık diyarımı da pek özlemiyordum. Ya da özlemekten yorulmuş, alışmıştım. Birde şu komutan vardı. Gününü her an kaleyi ve civarını gezerek, bizi izleyerek geçiriyor, gelip konuşmak yerine kuytu köşelerde sessizce Vodya ile beni takip ediyordu. Üç gün önce bahçemi onun yüzünden yaktığımı düşündükçe daha çok bileniyordum. Varlığını hissettiğimde biraz çaba göstererek burda mutluymuşum gibi davranıyordum. Gerçi kitaplarımı kalenin dört bir yanında sere serpe, rahatça okurken evet mutlu oluyordum. Tamamlanmayan, kapağı kapattığımda sönen hüzünlü bir mutluluk. En azından kafam dağılıyor ve Vodya'nın durumunu araştırdığımı fark etmiyorlardı.
Karanlık adam da sıkılmadan bana eşlik ediyordu. Babasının bitmek bilmeyen toplantılarından arta kalan zamanlarda kütüphaneyi odaya taşıyıp benimle kitap okumaya çalışıyordu. Belki yeni kavuştuğu preslik ünvanını kaybedeceğinden, belki de lanetli olarak anılmaktan korku duyduğu için. Lakin eminim bir çözüm bulmakta hızlı davranacaktı.
Vodya'nın bu gün getirdiği kitaplar konumuzla fazlasıyla alakasızdı. Bu defa kendim gitmeye karar verip hiç vakit kaybetmeden kütüphanenin kapısına vardım.
Kalenin kütüphanesini Morin'e daha yeni geldiğimde görme fırsatı bulmuştum. Karanlık olduğu için pek gelme taraftarı değildim lakin ayaklarım beni çoktan içeriye sürüklemişti.
Çok büyük değildi belki fakat fazlaca kitap barındırıyordu ve bir sürü art arda dizilmiş raflar vardı. Her lisanda bazı parşömenlerde bulunuyordu.
Biraz daha keşif yaparken en kuytu köşede camdan bir sandığın içindekiler gözüme ilişti. Etrafı ise parmaklıklıydı ve birde pas tutmuş demirden zincirli bir kilidi vardı. Muhtemelen anahtarsız açılamazdı. Fakat iyice göz gezdirdiğimde bir anahtar deliği göremiyordum.
Ellerimi kilidin üzerine koyup demirden zinciri yakmayı denedim. Başarılı olduğumu gördükten sonra ise aynısını parmaklıklara da yaptım. Demirleri sessizce sökerek bir kenara koyup cam kapağı yavaşça yuları kaldığımda kitapların üzerindekiler...
Yavaşça bir tanesini elime alıp inceledim. Daha sonra da diğerini. Üçüncü aldığım kitap öncekiler kadar eski değildi.
Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.