Akşamüstü sarısı sinikti yeryüzüne. Baklonda oturmuş bir şeyler yazıyor ve cümle başı kelimelerin üzerini karalıyordum. Manalı manasız çizgiler diziyordum yanyana... Vakit öldürüyordum kısaca. Arada bir balkondan aşağısını gözlüyordum. Günün belli aralıklarında apartmana girip çıkan birini bekliyorum aslında. Onun yaptığı gibi kaçamıyorum öyle birden. Atamıyorum bir kenara. İç ağrısı ha diyince dinmiyor zira.
Yaşadığım yerin her köşesinde izi var, alnıma değen perçemlerimde bile dokunuşu duruyor. Ne yapayım şimdi, onun gibi nasıl siktir çekeyim? Benim korktuğum bir şey yok. Göründüğü üzere onda gırla var. Beni öptüğü kadar cesur değilmiş meğer. Bolca sıkılmış, utanmış galiba ki yok ortalarda. Yüzüme bile bakmadan hayatına devam ediyor. Ne mutlu...
Bekliyorum bazen, kapımın çalmasını. Çalıyor da arada bir. Oğuz abi geliyor halimi hatrımı sormaya. Yemek getiriyor. Beni kontrol ediyor. Fakat ondan tık yok.
Kaç gün olmuştu sahi dört mü, beş mi? Bilmiyorum ki, zaman bana ben zamana yabancıyım.Tekrar indirdim bakışlarımı aşağıya.
Yolun köşesinden dönmüş geliyordu, tabii bana değil. Ellerini ceketinin cebine sokmuş, durgun ifadesini kalkan gibi geçirmişti suratına. Apartmana yaklaşınca sanki izlenildiğini hissetmiş gibi gözü balkonuma kaydı. Saklanmadım, oturduğum yerden bakmayı sürdürdüm. Birkaç saniye içinde ise o çevirdi başını. Apartmana girdi. Göz göze gelmek bile işkenceydi sanki onun için. Nasıl da boşa heveslenmişim, gözümde büyütmüşüm bazı şeyleri.
Öfkelendiriyordu bu beni, kendim ettim kendim buldum demeyi çok istesem de yapamıyordum. Düşündükce dişlerim gıcırdıyordu sıkmaktan. İki kelam açıklamayı, cümleyi hak etmeyecek kadar değersiz miydim yani?Derince soludum ayağa kalkarken, içeri girdim hışımla. O merdivenleri çıkarken kapıyı açtım. Bunu ilk kez yapmıyordum. İki gün önce de konuşmaya yeltenmiştim. Fakat beni görünce ağzımı bile açmama fırsat vermeden selam verip geçmişti. Şimdi de hangi samimiyetsiz lafı araya sıkıştırıp topuklayacağı merakındaydım.
Kollarımı birbirine bağlayıp kapı pervazına yaslandım. Onu beklediğimi belli edecek şekilde duruyordum. Anahtarını cebinden çıkartmış aheste aheste çıkıyordu basamakları. Kata varınca yine göz göze geldik. Öfke dolu ifademle karşılaşmayı beklemiyor gibiydi. Yine de bir şey demeden bakışlarını indirdi ve anahtarını takmakla uğraştı.
"Sana nasıl imreniyorum bir bilsen..." dedim anında.
"Nasıl bu kadar iyi kaçıyorsun her şeyden?""Kaçmıyorum." Dedi kapıyı açarken. Hayretle soludum. Geçiştirdiği o kadar belli oluyordu ki, daha da sinirleniyordum.
"Verdiğin sözü çok güzel tutuyorsun."
Alay ve hırs karışımıyla konuşunca duraksadı. Kaşlarını çatıp bana baktı.
"Sadece kafamı topluyorum tamam mı? Bir şeye ihtiyacın olduğunda Oğuz'la buradayız zaten."Öyle soğuk bakıyor ve konuşuyordu ki, korkuyla titrediğimi hissettim. Hayır, kesinlikle korktuğum bir şey vardı. Onu kaybetmekten korkuyordum. Burnumun direğini sızlatıyordu bu çaresizlik. Dişlerimi öyle kenetledim ki birbirine, boğazıma oturan yumru daha da ağırlaştı. Gidecekti yine, içeri girecek ve yüzüme kapıyı vuracaktı. Refleksle bir adım attım ona doğru.
"Sana ihtiyacım var." Dedim yoksun bir sesle. Gözlerim taşmaya yeltenecek kadar doluverdi hemen. Onun donup kalışını izledim. Suçlulukla baktım yeşillerine. Uzaklığı bana o kadar iyi gelmiyordu ki, telafi etmem gereken bir şeyler varmış gibi hissediyordum.
"Çok büyük hata yaptım. Özür dilerim. Benim yüzümden... En başından söylememeliydim hiç."
Burnumu çektim içli içli. Kazağımın kollarına sildim gözlerimi. Keşkelerimi sıraladım akıl verir gibi.
"Sen de hatırlamıyormuş gibi yapmalıydın, bozuntuya vermezdim.
Hiçbir şey olmamış gibi devam ederdik. Böyle yapmana gerek yoktu.""Ama hatırladım İlker." Dedi o ise sakince. Araladığı kapıyı bıraktı ve bana yaklaştı. İyice anlamam için gözüme baka baka konuştu.
"Sen bana kalbini açtın ve ben arkasında duramayacağım bir hareket yaptım."Kızgındı sanki, ama kendine. Çatık kaşlarının altında yüklü bir vicdan azabı yatıyordu.
"Sarhoştum, uykuluydum, rüya gördüğümü sandım. Fakat oldu işte. O yüzden bana biraz müsaade ver olur mu?"Parmakları yüzüme doğru uzandı, göz pınarlarımın yakınına yaklaşsa da vazgeçip elini çekti.
"Ağlama." Dedi durgun sesiyle.
"Hele de benim için.."Hisli sesi, içi giden bakışları sanrılarım hakkında yanıtıyordu beni. Kaçmak istiyor gibi değil, zorundaymış gibi davranıyordu. Yüzünden akıyordu karmaşası. Kamçılıyordu içinde ne saklıyorsa, dışa vurmaktan kaçınıyordu.
Titrek bir soluk aldım. Yoğun duygu yığını geçince utanmıştım kendimi böyle saldığım için. Akışına bırakmak için ikna ettim kendimi. Eve girmek için bir iki adım geriledim.
"Bekleyeceğim." Dedim gözlerine bakmadan.
"Kendini konuşmak için hazır hissedene kadar."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cafuné [boy×boy]
Romance... Karar aşamamın son gıdımlarında şunu da eklemek isterim; Bu kağıt, hayata istifa dilekçem değildir. Olay benim ölüp ölmemem de değil. Bu amaçsız bir yazı, gelmiş geçmiş en zavallı amacına ulaşamamış intihar mektubudur. Böyle uzun intihar mektubu...