Parçalardan bir bütün duruyor önümde. Bantlarla kaplı bir kağıt. Evet, paramparça ettiğim o kağıdı sanki ben yırtmamışım gibi saatlerce uğraşıp yapıştırdım. Aşkımı ilan ettiğim mektubu hayata döndürdüm bir şekilde. Daha yıpranmış, buruş buruş duruyor artık eskiye nazaran. Bir kere kıymışım sonuçta, bundan böyle hasarlı izlerle var olacak. Gönül yaralarıma benziyor tıpkı. Hasar gördüğü belli ama hala bir arada duruyor. Ben tutuyorum bir arada. Ben yan yana getirip de yapıştırıyorum yine. Sarıyorum kırıldıkları yerden. Kağıdı da, yüreğimi de.
E şimdi sormazlar mı insana, madem bu kadar değerli, başka bir kağıda niye yeniden yazmıyorsun diye. Yazmıyorum işte. Aynı olmaz, birebir hisseder miyim hiç kalemimin her hareketinde? Kıyaslanamaz bile. Göz yaşlarımın izi duruyor hala kenarda köşede. Yine ağlar mıyım her yeni satıra geçtiğimde?.. Sanmam.
Ne yazdığım değil, nasıl yazdığımın hatırına bir kağıt parçasına koyduğum değer. Hatıralara karşı zafiyetimden, onlarla var olduğumdan dolayı. Yoksa yakmaz mıydım kendimle beraber bu evi de... Neden gidemedim de, her köşesi cehennem olmuş bu yeri zindan ettim kendime? Bir şekilde canlı tuttu beni dört bir yanımdaki hatıralar. Zihnimi diri tuttu. Yok edemedim hiçbir şeyi. İşte böyle böyle yaşamak zorunda kaldım. Zira ben, kendime dair en büyük hatırayım.
Günün ortasında dahi zihnim bu tür akıl almaz karanlık düşüncelere çekiliyor. Artık perdelerimin açık olması bile iş görmüyor. Sanki karanlığım gün ışığını da soğuruyor. Kapının çalışını bile geç duyuyorum. Kalkıp sarsak adımlarla yürüyorum. Farkındalıktan uzak hareket ediyorum. Kapının ardından büyük gülümsemesiyle Selin abla beliriyor.
"İlker, nasılsın?"
Samimi bir soruyla çıkageliyor önce.
"İyiyim Selin abla. Hayırdır, bir şey mi oldu?"
"Yo, seni görmeye geldim canım. Hiç göremiyorum bu aralar da..."
Diyecek bir şey bulamadım o an. Uyduracak bahanem de yalanım da yoktu. O da bakışlarımdan ters bir şey olduğunu anlayıp konuştu. "Asıl neler olduğunu benim sormam gerek sanırım?"
"Bir şey olduğu yok."
"O zaman gel hadi." dedi ısrar ederek. "Beraber yine pasta yapalım."
"Gelmesem daha iyi."
Gözlerini kısmıştı Selin abla. Şüpheci bakışlarla baktı bana. "Niye küstünüz, söyle bakayım?"
"Küsmedik. Sadece mesafe koyduk." dedim sakince.
"Sebep?"
Sanki birinin gelip bana bunu sormasını bekliyormuşum gibi hissettim. Öyle içimi dökme hevesiyle dolup taştım ki neredeyse ağzımdan kaçıracaktım her şeyi. Sahiden de bunları birine anlatacak olsam bu kişi Selin abla olabilirdi. Fakat çok doluydum, gırtlağıma kadar ulaşmış boğazımı düğümlüyordu anlatılacaklar.
"Öylesine."
Tam bir umutsuz vakaydım.
"Aman boş ver, zaten o yok evde. Hem Oğuz da çağırmamı istedi seni. Gel işte kafa dağıtırız."
Kararsızlık baş gösterdi onun bu ısrarcılığıyla. "Benim için, Hadi." Dedi pamuk gibi bir sesle.
Tabi ki karşımdaki kadının nazik, istekli tavrının da ikna olmaya başlamamda etkisi vardı. Kaç kişi olmuştu ki hayatımda benimle vakit geçirmeye hevesli, istekli olan? Başımı salladım tamam der gibi.
"Üzerimi değiştirip geliyorum."
Selin ablanın yüzü güldü o an. "Tamam canım. Bekliyoruz."
Bana müsaade tanıyıp gittiğinde ben de içeri girdim. Üzerimi değiştirirken bir heyecan bastı kalbimi. Koray'ın eve dönüş saatlerine yakın bir zamandı. Geldiğinde, onun evinde olduğumu görürse tepki verir miydi? İfadesi nasıl olurdu? Hazırlanıp evden çıktığımda hala kafamda bu tür senaryolar kurup duruyordum. Yan dairenin kapısını çalana, içeri girene, hatta oğuz abiye selam verene kadar sürdü bu düşünceler. Aslında hiç bitmedi, azalmadı da. Kendi evimde bile onu düşünüp duruyordum, onun yaşadığı yere gelince mi susacaktı aklım.
Yine de dışarıdan her şey normali oynamayı sürdürüyordum. Oğuz abi ve Selin ablayla yemek yedim, film izledim, sohbet ettim derken gün neredeyse bitmişti. Koray beklediğimden de gecikmişti. Ben umudu kesip eve gitmeye birkaç kez yeltensem de Selin abla salmıyordu bir türlü. Oğuz abi tuvalete gittiğinde Selin balayla baş başa muhabbet etme fırsatımız oldu. Benim saatler aktıkça artan huzursuzluğumu ve sıkıntımı görüyormuş gibi konuştu.
"Gelir birazdan, mesaiye kalmıştır."
Selin abla iyi bir akıl okuyucuydu. Daha ne kadarının farkında olduğunu kestiremiyordum. Fakat belli ki Koray'la aramızdaki buzları eritmeye niyeti vardı. Benimse sadece biraz görmekti amacım. Başka bir umut beslemiyordum.
"Selin abla." Diye seslendim öylesi bir sesle. Bana çevirdi bakışlarını merakla.
"Hem kadınlardan hem erkeklerden hoşlandığını söylemiştin. Daha önce hiç sadece karşı cinsten hoşlanan bir kadını sevdin mi?"
Aniden neden bunu sorduğumu bilmiyordum. Düşünmeden çıkmış bir soruydu. Hatta itirafa da yakındı. Selin ablanın anlayabileceği türden bir ipucuydu belki.
"Sürekli hetero kadınlara aşık olduğum sırrını nereden biliyorsun?" diyerek alaycı bir sorgulamayla tepki verdi. Gülümsedim yalnızca. Ciddi bir şekilde cevapladı sorumu. "Tabi ki oldum."
"Ne yaptın peki?"
"Unutmaya baktım."
Bu duymak istediğim cevap olmasa da tahmin yürüttüğüm bir cevaptı. Dürüst ama acımasız bir gerçek. İçten içe bilinip bir türlü yüzleşilmeyen, tek çıkış olup sürekli ertelenen gerçeklik.
"Bazen uzun sürdü. Bazen bir iki hafta, ama sonunda geçti." diyerek sözlerine dalgın bakışlarla devam etti. "Bu sadece yönelim meselesi de değil. İnsan sevmeyince sevmiyor çoğu zaman. Zorla güzellik olmuyor."
Anladığımı belli eder gibi başımı salladım. Bi an önce eve gitsem de hüngür hüngür ağlasam diye düşündüm. içten içe acınası gece rutinimin planını yaparken dış kapının açılma sesini duydum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Cafuné [boy×boy]
Romance... Karar aşamamın son gıdımlarında şunu da eklemek isterim; Bu kağıt, hayata istifa dilekçem değildir. Olay benim ölüp ölmemem de değil. Bu amaçsız bir yazı, gelmiş geçmiş en zavallı amacına ulaşamamış intihar mektubudur. Böyle uzun intihar mektubu...