Mark hyung: ceketimi geri ver DonghyuckDonghyuck: ama Mark hyung
ceketini çok beğendimm
ödünç aldım sadece
1-2 yıl giyip veririm
Mark hyung: nedense ödünç aldığına inanmıyorum
1-2 yıl giyeceğinden olsa gerek
Donghyuck: yani ceketin bende kalabilir mi
Mark hyung: zaten vermeyeceksin
ne yaparsan yap
umrumda değil
Donghyuck: yani ceketini yaksam umrunda olmaz :)
Mark hyung: ceketi beğendiysen
niye yakıyorsun aptalDonghyuck: bana aptal demekten tahminen ne zaman vazgeçersin
Mark hyung: bir düşüneyim
hiçbir zaman
Donghyuck: canın cehenneme
Mark hyung: gideceğim de sen zaten orada yaşıyorsundur
bir de cehennemde seninle uğraşmayayım
Donghyuck: senden nefret ediyorum
.
Donghyuck şuan yaptığı şeyin saçmalığın en dibi olduğunu biliyordu. Öğretmenleri onu ve sınıf arkadaşlarını erken bırakmıştı. Dışarıda beklenmeyen yağmurla karşılaşınca aklına Mark'ın ceketi olmadığı gelmişti. Aslında umrunda değildi, sadece onun yüzünden hasta olup dırdır etmesini istemiyordu. Bu yüzden de elinde şemsiyesiyle Mark'ın sınıfının önünde zilin çalmasını bekliyordu.
Her an gidebilirdi, vücudunun gerilmeye başladığını hissediyordu. Gereğinden hızlı nefes almaya başlamıştı. Sanırım hasta olacağım diye düşünürken zilin çalmasıyla irkilip kendine geldi. Artık gidemezdi.
Kapı açıldı ve herkes çıkmaya başladı, tabi Mark en son çıkacaktı. Yolda yalnız başına yürümeyi sevdiği için herkesin gitmesini beklerdi. Yağmur yağdığını görünce daha da neşelenmişti, yağmurda yürümek kadar rahatlatıcı bir şey olmadığını düşünüyordu çünkü. Herkesin çıktığını fark edince oturduğu sıradan kalkarak kapıya yöneldi. Gözleri sonunda yerde yürüyen Mark'ı görünce Donghyuck gözlerini devirdi. Nasıl bu kadar yavaş olduğuna anlam verememişti. Ondan gerçekten nefret ediyordu.
Gözlerini yerden kaldırmayacağını anladığında sessizce adını seslendi. Mark şaşkınca kafasını kaldırıp kapının öteki tarafında duran Donghyuck'u görünce kapıdan çıkana kadar yürümeye devam etti. Aklından geçen ilk şey ceketinin ona yakıştığıydı. Tabi bunu küçüğe söyleyecek değildi. Onun yerine konuşmasını bekleyecekti.
Donghyuck ne söyleyeceğini bilemeyerek gözlerini kırpıştırdı. Onu önemsediğini düşünsün istemiyordu. Midesi bulanmaya başlamıştı. Geri dönmemeliydi. Ne diye gelmişti ki? Şimdi kendisi hasta olacaktı. Titreyen eliyle şemsiyeyi Mark'a uzattı.
"Ceketine karşılık şemsiyem."
Mark şemsiyelerden nefret ederdi. Aynı Donghyuck'tan nefret ettiği gibi. Ama normalde eşyasını çalarken karşılığında bir şey vermiyordu bu yüzden şemsiyeyi almak istedi. Yine kafasına esmişti işte. Kendi de biliyordu ya, bu huyu bir gün başına bela açacaktı.
Donghyuck mide bulantısını Mark'ın varlığıyla bağdaştırma isteğine karşı koyamadı. Zaten birbirlerine bakarken kendini belli etmeye başlayan sessizlik ikisinin de hoşuna gitmemişti.
"Sana bakmak midemi bulandırıyor."
Mark cevap vermede gecikmedi.
"Öyleyse neden hala bakıyorsun?"
Karşısına cevabını bilmediği bir soru çıkan Donghyuck, geldiği yöne doğru yürüyüp orayı terk etmekten başka bir şey yapamadı. Hızlı adımlarla yürürken çok fena hasta olacağından emindi. Belki de çoktan olmuştu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ᴇᴠᴇʀʏʙᴏᴅʏ ʜᴀᴛᴇs sᴏᴍᴇʙᴏᴅʏ • markhyuck
Humor[enemies to lovers! au] Sebepleri ve yaptıkları çocukçaydı ama birbirlerinden gerçekten nefret ediyorlardı.