Donghyuck: nedenMark hyung: sanane
Donghyuck: sınav kağıdı benim?
Mark hyung: kopya benim?
Donghyuck: offfffffffffff
iyilik yaparken bile sinir bozucusun
teşekkür ederim
açıkçası bunu yapacağın aklıma gelmezdi
Mark hyung: benim de
bir daha yapmam
git çalış
Donghyuck: söylemesi kolay
ingilizceden nefret ediyorum
kitabını verecektim ama gitmişsin
Mark hyung: okulun yanındaki kütüphanedeyim
gel ver
Donghyuck: ayağına çağırıyor bir de
neyse geliyorum
.
5 dakika sonra Donghyuck kütüphaneye girip Mark'ı aramaya başladı. Sıra sıra rafların arasındaki boşluklarda göz gezdirirken sonunda Mark'ı kitapları incelerken bulduğunda yanına yaklaşıp o da kitaplara bakmaya başladı. Geldiğini gören Mark aradığı kitabı çıkardı ve Donghyuck'a gösterdi. Donghyuck "Pamuk Prenses Ve Yedi Cüceler" yazısını okuyunca anlam veremeyip kaşlarını kaldırarak gözlerini Mark'a çevirdi.
"Okuyacağın kitap."
"O kadar da değil. Hem, sonunu beğenmiyorum zaten. Bana göre, Pamuk Prenses'in dudaklarında zehir kaldığı için sonunda ikisi de öldü. Evlenip içinde yaşamaya başladıkları saray da cennet. Ya da, belki de cüceler yalnızlıktan kafayı yemişlerdir ve her şey onların hayal ürünüdür."
Konuşmaya devam edecekken Mark'ın yüzünde oluşan gülümsemeyi görünce durup dikkatle onu izlemeye başladı. Her şey bir yana, büyüğün gülümseyince tatlı göründüğünü düşünüyordu. Dudaklarının bükülüşüne yalnızken tanıklık etmek büyük bir ayrıcalık gibi geldi ona. Gün içinde çok güldüğü görülmüyordu. Muhtemelen Donghyuck da bu yüzden dudakları daha eski halini almadan bile tekrar büküldüklerini görmeye can atıyordu.
"Ne var?"
"İlk defa dediğim bir şeye gülümsedin."
Bunun üzerine gözlerini Donghyuck'a diken Mark, ne diyeceğini bilemeyerek yüzüne bakmaya başladı. Kopyadan sonra emindi, bunun bir anda evinde otururken aklına gelmesi garipti ama küçükten nefret etmiyordu artık. Onun yerine içinde bitmek bilmeyen bir yardım etme isteği vardı. Etrafında olmak hoşuna gitmeye başlamıştı.
İlk başlarda karşılık vermek istediği için aralarındaki "savaş" dedikleri durumu sürdürüyordu, o kendini sinir ettiği için aynı duyguları yaşamasını istiyordu. Ama son zamanlarda pek sinir olmadığını fark etmeye başladı, karşılık verme gereği duymuyordu bu nedenle. Kendi içindeki nefret elektrikler geri gelince pabucu dama atılıp umursamazca söndürülen bir mum misali söndüğü gibi Donghyuck'un tarafında da aynı olayın gelişmesini istiyordu. Savaşı bitirmelerini, belki de arkadaş olmalarını istiyordu. Ama bu "savaş" aslında aralarındaki tek bağdı, Mark'a göre bahane gibiydi de denebilir. Çantasına Donghyuck alsın diye kitap koyarak, onu arkadaşlarıyla tanıştırarak farklı bir bağ oluşturmaya çalışıyordu belki de. Başarılı olmuş muydu... Kim bilir?
Sırt çantasının açıldığını belirten fermuar sesinden sonra baktığı yüzün yerinde olmadığını fark eden Mark, omzunun üstünden bakarak ne olduğunu anlamaya çalıştı. Her zamanki gibi Donghyuck çantasını karıştırıyordu. Tekrar karşısındaki yerini aldığında elinde onun için koyduğu kitabı görünce belli belirsiz mutlu olduğunu hissetti.
"Küçük Prens'e bayıldım. İnsanların dediklerine göre hareket etmekle yanlış yapmışım. Bir de... Kitaplarını yerine koyuyorum ama sen sürekli değiştiyorsun, neden?"
Mark cevaplamadan önce bir süre düşündü. "Sen al diye koyuyorum." diyemezdi tabi, nasıl sonuçlar doğuracağını bilmiyordu.
"Değiştirmeyi seviyorum çünkü?"
Bunun oldukça tuhaf olduğunu düşünen Donghyuck gitmeden önce gülerek kafasını iki yana salladı.
"Görüşürüz Mark hyung."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ᴇᴠᴇʀʏʙᴏᴅʏ ʜᴀᴛᴇs sᴏᴍᴇʙᴏᴅʏ • markhyuck
Humor[enemies to lovers! au] Sebepleri ve yaptıkları çocukçaydı ama birbirlerinden gerçekten nefret ediyorlardı.