1|kötü gün yabancısı

1.1K 75 105
                                    

Kapıyı çarpıp çıkıyorum; aileme, nefretime, gözyaşlarıma, her şeyime, kendime. Ruhumu sertçe çarpıp çıktığım kapının arkasında bırakıyorum, yaralarım her zaman olduğundan daha açık, daha görünebilir, daha hissedilebilir. Göremeyecekler için bırakıyorum yine de, göremiyorlar.

Saçlarımı karıştırıyorum, hareketlerim hızlı, kendimden intikam almaya çalışır gibi, kendimden nefret ediyor gibi, sinirimi yine kendimden çıkarıyor gibi... Ölüyor gibiyim. Ölüyorum.

Nefes almaya devam ediyorum.

Yalnız kalacağım yerleri hep sevmişimdir, en az benim kadar darmadağın yerleri, kendimi bulduğum kırık dökük yerleri, insanların önünden geçip giderken burun kıvırdıkları yerlerden bahsediyorum! Benim gibi olan yerleri.

Ne eksik, ne fazla. Benim gibi, darmadağın aklımın içi gibi, duygularım gibi.

Bir miktar ölüyor gibi, yavaş yavaş ölüyor gibi...

Daha fazla tutamıyorum gözyaşlarımı, dudaklarımı ısırıyorum kendimi dizginlemek için, kendimle savaşıyorum. Ben kim ki zaten, daha kendime bile söz geçiremiyorum.

Telefonumun çalışı dolduruyor kulaklarımı, rahatsız edici zil sesim bile o dünyanın en güzel sesi gibi geliyor çünkü artık içime hiçbir şeyi sığdıramadığım bir yerde kendimi anlatmak gibi saçma sapan gereksinimlere kapılıyorum, sanırım artık taşıyamıyorum.

Yabancı numarayı görüşümle çatılıyor kaşlarım, yalnızlığımı benden almak ister gibi tam zamanında arayan bu kişiye nefret duyuyorum, zaten bir o kalmış. Bir tek tanımadığım bu insan kalmış nefret edilecek, diğer her şeye olan nefretimi bitirmiş gibi.

Ben henüz kendime olan nefretimi bile bitiremiyorum.

Ellerimin hakimiyetini kaybediyorum sonra, aramayı cevaplamak için neden parmağımı kaydırdığımı bile bilmiyorum. Hayır, diyorum, diğer taraf, kırmızı olan! Parmaklarım ilk defa benden bağımsız hareket ediyor olmalı, telefonu kulağıma usulca götürürken bile ne hissedeceğimi bilmiyorum.

"Alo?"

Diğer taraftan gelen yumuşacık sesi duyduğumda mahvoluyorum. Neden öyle olduğu hakkında bir fikrim yok, saçma sapan ve anlamsız bir kelimenin beni neden bu hale soktuğunu bilmiyorum, sanırım yardım dileniyorum. Kendi nefretim içerisinde boğulan beni birisi çekip çıkarsın istiyorum, gözyaşlarımı birisi silsin, hiçbir işe yaramayacak teselli cümleleri söylesin bana! Bir işe yaramayacak olsa da sorun değil, ben yaramış gibi yapabilirim çünkü.

Sorun yok gibi davranabilirim.

İyi olabilirim.

En azından sorulduğunda ben iyiyim, diyebilirim.

"Merhaba? Orada birisi var mı?"

Sesinin tonu, nasıl desem, öyle tatlı, öyle şefkatli ki... Bir miktar merak süslüyor derinlerini, çok saklanmış değil, açık seçik hatta. Şu ana kadar nasıl bir ses duyduysam hepsinden çok farklı, eşsiz. Sesinin tonu bile beni parçalamaya yetiyor ve bu saçma sebep yüzünden, sesinin bu denli güzel oluşu yüzünden, ısırdığım dudaklarımdan kaçan küçük bir hıçkırığı tutamıyorum.

"Alo? İyi misiniz?"

Sanki beni görebilecekmiş gibi kafamı sallarken ciğerlerime hapsediyorum nefesimi, bir hıçkırık daha kaçmasın, beni olduğumdan da acınası göstermesin diye uğraşıyorum. Can çekişirken birisi daha kenarda durup beni öylece izlesin istemiyorum, birinin beni kurtarması düşüncesinden vazgeçiyorum.

"İyiyim."

Sesim öyle kısık ve güçsüz ki karşıdaki kişinin duyduğunu bile sanmıyorum, her zaman oturduğum yerde, Han Nehri'nin en güzel manzarasının görüldüğü bankta, burnumu saçma sapan işlere sokuyorum. Yalan söylüyorum, söylediğim her şeyin bir yalan olduğunu sesimle belli ediyorum, iyiyim derken aslında değilim demek istiyorum. Biri beni anlasın diye bekliyorum.

Boştan yere bekliyorum.

Derin bir nefes alma sesi işittiğimde bir süredir nefesini tutuyor olduğunu düşünüyorum güzel sesli çocuğun, rahatlamış olduğunu. Fakat neden rahatlasın diye düşünüyorum sonra, olduğum nokta benim için iyice silikleşirken sesini tekrar duyurmasıyla kendime geliyorum, gözyaşlarımı silip dikleşiyorum oturduğum yerde, beni görecekmiş gibi hareket ediyorum. Güçsüz gibi algılanmayı reddediyorum.

"Sanırım tam zamanında aramışım, ne dersiniz? Çok şanslısınız gerçekten, ben, Haechan takma adıyla gecenizi aydınlatıp sizi tüm sıkıntılarınızdan kurtarmak için emrinize amadeyim."

Kim olduğunu bile bilmediğim bu kişinin hevesle kurduğu cümleler aklımda birçok soru işaretine sebep oluyor çünkü biliyorum ki kimse bir başkasının derdini taşımak istemez.

"Neyden bahsediyorsunuz? İyi olduğumu söyledim. Sıkıntıda değilim, çok iyiyim. Hem neden aramıştınız beni? Sesinizi tanımadığıma eminim, tanışıyor muyuz?"

Eğer etrafımda böylesine eşsiz bir sese sahip biri olsa mutlaka bilirdim diye düşünüyorum, haklıyım. Ben bu kişiyi tanımıyorum.

"Ben, Haechan, gerçek adım bu değil gerçi, tanışmadığımıza eminim çünkü sesiniz benim için de daha önce duyduğum bir ses değil. Hem, ses tonunuz resmen bana sizi duygusal ölümünüzden kurtarmam için yalvarıyor gibiyken nasıl iyi olduğunu söyleyebilirsiniz? Yalan söylemenin de bir âdâbı vardır, bilmez misiniz? Madem üzüntünüzü belli etmek istemiyorsunuz, sesiniz niye tam tersini anlatmaya çalışıyor bana? Bir yalancı olarak bunu kabul edemem, kusuruma bakmayın, ya da bakın. Önemli değil bu şimdilik, iyi olmayışınız önemli."

Cümlelerinde, güzel sesinde kendimi kaybetmiş gibiyim, dünyamdan ve henüz birkaç dakika önce beni ölüme kadar sürükleyen her şeyden kilometrelerce uzakta gibiyim. Bana ne olduğunu anlamıyorum.

"İyi olmasam bile... bu sizi neden ilgilendirsin?"

Sesimin meraklı çıkmasına aldırmıyorum hiç, zaten o anlarda resmen darmadağın aklımdan geriye sadece bomboş, beyaz, rutubetli duvarlarla çevrili bir oda kalmış gibi.

"Çünkü neden olmasın? Bana ruhunuzu bu denli yaralayan bir şeyleri neden anlatmayasınız? Ben sizin ailenizden biri değilim, arkadaşınız değilim, düşmanınız hiç değilim. Ben yabancıyım, kötü gün yabancısıyım ve benimle konuşan herkes iyi olur. Çünkü içinizi sizi hiç tanımayan birine dökmek daha iyidir, en azından daha sonrasında sırrınızı verdiğiniz bir arkadaşınızmışım gibi onu ne zaman size karşı kullanacağımı düşünmezsiniz. Çünkü ben yabancıyım, size karşı hiçbir şey hissetmiyorum, üzüntünüzü size karşı kullanmayacağım."

Gülüyorum sonra, ona değil, kendime. Muhtaç kalmış ruhum bir yabancıya bile bel bağlayacak kadar dibe batmış ya, işte tüm bu gülüşüm onun için. Yoksa mutlu değilim, onun söylediği hiçbir şey de komik değil zaten.

"Kötü gün yabancısı demek... Sanırım bunu bir iş hâline getirmişsiniz."

"Evet! İnsanlara yardım etmeyi ve onları iyileştirmeyi seviyorum, bu beni mutlu ediyor. O yüzden her akşam rastgele bir numara çevirip birini arıyorum, onunla konuşup dertleşmek istiyorum. Gerçi çoğu kişi beni bu konuda ciddiye almıyor. Bu ne kadar acıtıyor, biliyor musunuz?"

İlk başta oldukça coşkulu çıkan fakat sonraya doğru iyice üzüntüyle dolan sesi yüzünden küçücük bir kıkırtı kaçıyor dudaklarımın arasından. Bu sefer komik ama, sesini çıkarma şeklinden neredeyse dudaklarını büzdüğünü tahmin edebiliyorum. Yüzünü bilmesem bile tatlı olduğunu düşünüyorum.

"Ben birinin daha canını acıtmak istemiyorum."

"O zaman? Dinlememe izin verecek misiniz?"

Başımı sallıyorum, görmüyor.

"İzin vereceğim."

MetanoiaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin