5|yeni güne uyanmak

360 55 28
                                    

Yeni bir güne uyanmak her seferinde bunu fark ediyor olsam da hiç bıkmadan usanmadan devam ettiğim yegâne hatalardan sadece birisidir ve ben, her zaman olduğu gibi bunu düşünerek pişman oluyor, bu hatayı yaptığım her seferden nefret ediyorum. Yine de akıllanmaz başım ve korkağın teki oluşum sağ olsun, sonlandıramıyorum bir türlü, nefret ettiğimle kalıyorum, sadece nefret ederek...

Göğsümün içinde bir yerler çok acıyor bazen, gözümü bürüyen intikam alma isteği ve nefret beni bambaşka birine çeviriyor, aynaya bakarken kendi gözlerimin önünde can çekişiyorum, ruhum her saniye parlak beyazdan karanlık siyaha biraz daha bulanıyor ve bir zamanlar ay iken, artık uzayda başıboş dolanan bir asteroide dönüşüyorum.

Hissettiğim baskının altından kalkabilecek güce sahip değilim hiç, aksine, kaldırabileceğim kadar hafif olsa bile altında kalmaya razıyım çünkü taşıyabilmek için bir sebebim yok. Ölümüme neden olacak birkaç şey için kendimi mahvetmeyi çok iyi biliyorum, pişman olduğum hataları tekrarlamayı da... Fakat kendimi bu bataklıktan çıkarabilmek için en ufak bir şey yapmıyorum.

Sanırım battıkça batıyorum.

Elimdeki telefonu çevirip duruyorum, bakışlarım oldukça yorgun, zihnimin içinde savaşıp durduğum hiçbir seferden sağ çıkamamanın verdiği ağır bir yenilginin yorgunluğu bu. Gücünü yitirmeye başlamış bir devlet gibi her gün azar azar, yavaş yavaş parçalanarak yıkılıyorum, kimseden yardım almak istemediğim gibi buna neden olan herkesten de nefret ediyorum.

Ne yaptığımı kendim de bilmiyorum.

"Meşgul müdür acaba?"

İki gündür aramayan Haechan aklımı kurcalıyor bu sefer de, yok, aslında tam da öyle değil. Haechan iki gündür aklımı kurcalayan tek şey değil elbet, fakat söylemesi komiktir ki, zihnimin büyük bir köşesini kendine yer edinmiş vaziyette ve kolay kolay çıkacak gibi de değil.

Kaydettiğim numarayı izlerken karar vermeye çalışıyorum, öyle kolay bir karar olmasa da. Yine aklım başka yerlere kayıyor, duyduğum en güzel ses tonuna sahip olan kişinin yüzünü merak ediyorum bu sefer de, gerçek ismini, yaşını, yaşadığı yeri... Onun hakkındaki her şey ilgi alanıma giriyor ya, işte bu birkaç saniyelik nefretimi unutturabilecek tek şey bu oluyor sonra.

Ne olacaksa olsun diyerek arıyorum numarayı, kaşlarım çatık ve yüzüme oldukça huzursuz bir ifade ev sahipliği ediyor. Gerginlikten saç diplerimin terlediğini hissediyorum, ellerimin de titrediğini... Belirli aralıklarda yere vurup duruyorum. Saat öğlen ikiyi ancak geçiyor, bir ağacın altına konumlandırılmış bankta öne doğru eğilip oturmuş bulunmaktayım, etrafımdaki neşeli sesler ve tenime değen hafif rüzgarı bile doğru düzgün hissedemiyorum, sanki sadece Haechan'ı düşünmek üzere yaşıyormuşum gibi ondan başka her şeye kör oluyorum bir anda.

Bir kez çalıyor, iki, üç ve dört... Her seferinde umudumu biraz daha kaybederken artık açmayacağı düşüncesiyle vazgeçiyorum, telefonu kulağımdan çekerek bir ya da iki saniye yine de açar mı umuduyla ekranı izliyorum, sonrasında belli belirsiz duyduğum bir sesle aramanın yanıtlandığını fark ediyor ve heyecanla telefonu kulağıma götürüyorum.

Fakat karşıdaki ses öyle çok da duymak istediğim şekilde olmuyor, Haechan'ın sesi olmadığından değil, üzgün olduğundan.

Haechan'ın sesi şu ana kadar hiç duymadığım bir şekilde acı çekiyormuş gibi geliyor.

"Alo? Mark? Üzgünüm telefonum titreşimde kalmış. Ben de... Ben de uyuyordum, biraz geç yattım da, uyanamamışım."

"Önemli değil. Aslında ben de üzgünüm, haber vermeden aramamalıydım seni. Fakat iki gündür konuşmayışımız yüzünden aklıma saçma sapan şeyler doluştu. Sanırım... Sanırım beni bir daha aramazsın diye korktum."

Her zamanki açık sözlülüğüm üzerimde yine, lafı dolandırmıyorum bu yüzden. Bir cümleyi kurmak için yüzlerce farklı kelime kullanabiliyorum elbet, fakat hiçbirini gerçek amacından saptırmak istemediğimden, aklıma ilk geleni söylüyorum.

"Geçen gün evde değildim, dün de çıt çıkarmadığından aramaya çekindim biraz. Meşgulsündür ya da konuşmak istemiyorsundur diye düşünmüştüm. Beni bu kadar özlediğini bilsem ne yapar ne eder arardım gerçi."

Son cümlesine geldiğinde yükselen sesi ve alaylı tonu güneş gibi parıldayan nazik ses tonunun yeniden geldiğinin habercisi olmalı.

Haechan geri dönmüştü, sıcacık hissettiren sesi, resmen parıldayan gülüşü geri dönmüştü.

Az önceki sesinin hüzünlü tınısından eser kalmamıştı.

"O yüzden... Beni aklına her estiğinde ara, ben de seni arayacağım. Arayı bu kadar açma, Haechan, sesini özlüyorum sonra."

Bir iki saniye ses çıkmıyor ondan, sanki tüm kelimelerini yitirmiş gibi, söyleyebileceği her şey bir anda kendisinden koparılmış gibi. Kısa oluşuna rağmen uzun hissettiren bir sessizlik.

"Sesimi özlüyorsun... mu? Bu nasıl olur ki?"

Derince bir iç çekerek nefesimi ciğerlerime hapsediyorum, bugün birçok kez yaptığım gibi, hissettiğim her şeyi görmezden gelmeye çalışarak bir yerde toplamak ister gibi ya da ne bileyim, o derin nefes son nefesim olsun ister gibi.

"Boş ver sen oraları. Ee, nasılsın?"

"Kızgın, kırgın ve de üzgünüm eğer çok bilmek istiyorsan. Fakat bu öyle çok büyük bir mesele değil, kendim de halledebilirim. Muhtemelen... Muhtemelen yarına bir şeyim kalmaz, sanırım. Umarım."

Sesindeki kırgınlık beni öyle üzüyor ki eğer bunu kendisi de hissedebilse, mutlaka kırgınlığını saklar. Fakat böylesi daha iyi, bana nasıl hissettiğini anlatmayı seçecek kadar güvenmesi benim için oldukça iyi bir his. İçimde bir yerlerde bunun coşkusunu yaşıyorum, gerginim, onunla konuştuğum her zaman olduğu gibi. Yine de sesime yansıtmıyorum hiçbir şeyi, midemde tepinen boğalardan, titreyen ellerimden, dişlediğim dudağımdan haberi olmasa da olur elbet. Hatta daha iyi bile olabilir.

"Kim üzdü seni? Hangi hadsiz, öylesine söylediği birkaç kelimeyle küstürdü bu kadar? Haberi var mıydı acaba, kırıklarından, üzüntünden, kızgınlığından? Belki vardı, belki yoktu fakat eminim, üzüntüyle donanmış sesinin ruhuma bıraktığı derin hüznü bir kez görebilseydi, af dilenmek için ayaklarına kapanırdı."

Uzun süre nefesimi tutmamın yanında, cevap vermesini beklediğim her bir her bir sanıyor öyle büyük bir ıstırabı da peşinden sürüklüyor ki nefessiz geçirdiğim her bir dakikanın arasında kurban oluyorum sanki. Zaman çoktan durmuş gibi hissediyorum; herkes donmuş, dünya mahvolmuş gibi. Hep "gibi" diyorum çünkü öyle hissettiren hiçbir şey gerçek olmuyor, gerçek olacak olsa bile, bu sadece benim için geçerli oluyor.

Dünya herkes gibi benim için de mahvoluşa sürüklenmiyor.

"Boş ver şimdi, benim kırıklarımın ne önemi var burada? Unuttun mu, ben Haechan'ım, ben anlatmam, dinlerim ve çözüm bulurum. Ve burada söz konusu kişi ben değilim, sensin."

"Hayır." Dedim, sesim oldukça kararlıydı fakat kısıktı biraz, öyle ki duyduğunu düşünmezdim eğer gülmeseydi. "Çok önemi var çünkü sen Haechan'sın. Kendine bile hayrı olmayan birisi bir başkasının sorunlarını nasıl çözebilir, Haechan? Eğer başka yerlere dalıp dalıp durursan, başka şeyleri kalbine ağırlık yaparsan nasıl bir başkasının acısını anlarsın? Anlat bana, benim gibi, sen de. Üstü kapalı bir şekilde söylesen de olur ama yine de söyle üzüntünün sebebini."

Bir iç çekiş... dudaklardan kaçan küçük bir hıçkırık...

Her halini sevdiğim sesin, daha önce hiç duymadığım ağlayışını dinliyorum bu sefer de.

Ve fark ediyorum ki onun ağlamasını dinlemek kadar hiçbir şey acıtamamış canımı, hiçbir şey onun ağlayışını dinlemek kadar zor değilmiş aslında.

"Mark ben... Sanırım... Sanırım evlatlıktan reddedileceğim."

MetanoiaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin