10|biz iki deli

292 45 23
                                    

"Beni seviyorsun mu? Ne?"

Gözlerim kocaman olmuş, dudaklarım şaşkınlığımı belli etmek istercesine aralık ve donmuş vaziyetteyim, öyle ki nefes alamadığım gibi sahip olduğum tüm kelimeleri de unutmuş gibiyim. Bu ani aşk itirafı sadece kafamı karıştırmakla kalmamış, milyonlarca sorudan oluşan koskocaman bir havuza atmıştı beni, daha önce hiç bu kadar ne yapmam gerektiğini bilemediğim bir vaziyette kalmamıştım.

Derin bir iç çekip elleriyle saçlarını karıştıran bedene kayıyor gözlerim ve aslında onun da benim gibi kelimelerini kaybetmiş olduğunu fark ediyorum. İkimizin de haline acıyorum sonra, biz iki deli yine başımıza bir işler alıyoruz ve karşılığında kendimizi bile şaşırıyoruz.

"Seviyorum, başından beri seni seviyordum."

"Ne oluyor anlamıyorum Hae- pardon Donghyuck."

"Haechan diyebilirsin, sorun değil. Özür dilerim Mark, sen bana rastgele bir numaradan denk gelmiş yaralı bir çocuk değildin ve ben hiçbir zaman rastgele bir numarayı arayıp kimseyle dertleşmek istemedim."

Hâlâ başı önüne eğik, suçlu küçük bir çocukmuş gibi oturuyor karşımda, parlak saçları görüş alanımda, kucağına koyduğu ellerini göremesem de parmaklarıyla oynadığını tahmin edebiliyorum. Üzgünlüğünü onca mesafe öteden sadece bir ekran sayesinde yüreğimdeymişçesine hissedebiliyorum çünkü zamanında çok dinlemişim acısını. Yanlış olduğunu düşündüğüm o minicik yüreğine sığdırabildiği kocaman aşkı gözümde her şeyden daha doğru oluyor artık.

Ve ben, sadece onun aşkının bir başkasına karşı olduğunu düşündüğüm için tüm bu yanlış aşk hikayesini uydurduğumu fark ediyorum.

İşte kendimi bile tanımadığını söylerken tam da bundan bahsediyorum, ancak bunca zaman sonra fark ediyorum.

"İki yıl önce, 2018 yılının Ağustos ayında ailenle birlikte Jeju Adasına tatil için gelmiştin Mark. Tam olarak ne zaman gelip gittiğini söyleyemem fakat seni gördüğüm günü pekâlâ söyleyebilirim, ayın on altısı, bir perşembe günüydü ve ben sahile inmiştim. O gün oldukça üzgün görünüyordun, üzerinde bol mavi bir tişört ve bir deniz şortu vardı, uzun süre şezlonglardan birinde oturdun ve kitap okudun, ben ise seni izledim. Yanına gitmeye cesaretim yoktu.

Sonra kalkıp terliklerini ayağına geçirdin, soğuk bir şeyler almak için gidiyor olduğunu düşünmekte haklıydım, önünü kesip senden telefonunu ödünç istedim, o zamanlar kırık olan telefonumun ekranını gösterip kendi telefonumu düşürdüğümü ve çalışmadığını söylemiştim sana. İnanmış olmalısın ki telefonunu bana verdin, bana hiç gülmedin, o zamana kadar tek kelime bile etmemiştin. Telefonu eline bıraktın ve ben de en yakın arkadaşımı aradım, kendimi aramaya cesaret edememiştim çünkü eğer olur da foyam ortaya çıkarsa rezil olurum diye korktum. Şanslıyım ki düşündüğüm başıma gelmedi."

Aklıma doluşan anılarla uzun zamandır tutuyor olduğum nefesimi yavaşça veriyorum. O zamanlar gördüğüm tatlı çocuğun şimdi karşımda olması öyle uzak bir hayal gibi geliyor ki bir an yaşadığım anın gerçekliğinden şüphe ediyorum.

"Jaemin, arkadaşım, telefonu açtığında onunla abimmiş gibi konuşup beni almasını istemiştim, sonra telefonu sana verip teşekkür ettim. Sesini ilk kez o zaman duymuştum. Ağzında gevelediğin o küçük rica kelimesi benim için o kadar önemliydi ki..."

"Seni hatırlıyor gibiyim, Haechan. O gün üzerinde beyaz bir tişört mü vardı?"

"Evet."

"Tanrım, seni nasıl tanıyamadım şimdiye kadar! O gün... ailemin eşcinsel olduğumu öğrendiğinden birkaç gün sonrasıydı yani üzerimdeki baskının en fazla olduğu dönemler o zamanlardı. Tatil için önceki gün gelmiştik çünkü babam biraz kafamızı dağıtmamız gerektiğini düşünüyordu, bana belli etmemeye çalışsalar bile bu durumla nasıl başa çıkmaları gerektiğini düşündüklerini biliyordum. Yüzlerindeki tiksinti dolu bakışları görüyordum. Aslında normal şartlarda bunun için fazla kızmazlardı çünkü Kanada'da bu gayet olağan bir durumdu. Sadece annem ve babam bilse sorun olmazdı, babamın annesi ve kardeşlerinin yönettiği bir aile şirketi vardı ve sorun işte tam olarak onların da öğrenmesiydi. Tüm aile üyeleri arasında hastalıklı biri olarak anılıyordum.

Her zaman beyinlerinin olması gerektiği yerde bir parça ot olduğunu düşündüğüm kuzenlerim bir anda benden çok daha üstün tutulmaya başlamıştı. Her geçen gün bana ve anne-babama ettikleri daha kötü bir hal almaya başlıyordu. Artık daha fazla dayanamayan babam üzerime gelmeye başlamıştı ve annem ilk başlarda bunu durdurmaya çalışsa da sonradan oturup izlemekten başka bir şey yapmadı.

Sen huzurlu hayatımın son hatırasıydın, Haechan. Ve ben zaman geçtikçe bunu darmadağın zihnimin bir köşesinde unutuvermişim."

"Bunları yaşadığın için üzgünüm, Mark."

Canım acıyor olsa da gülümsüyorum ona, o da yalandan bir gülümseme sunuyor bana, kendimi üzmemem için olduğunu sanıyorum, haklıyım...

"Ben de üzgünüm ama üzgün olmak hiçbir şey kazandırmıyor Donghyuck. Aksine, daha çok zarar veriyor."

"Öyle olsa bile başka elimizden ne gelir ki?"

"Hiçbir şey."

"Üzülmeye mahkum muyuz biz şimdi?"

"Belki. Belki de değiliz."

"Anlaşılmaz konuşmaya başladın yine!"

"Onu boş ver de, neden ancak iki yıl sonra aradın beni?"

"Cesaret edemedim seni aramaya. Fakat o gün Jaemin'den aldığım numarayı hiç silmedim, hep rehberimdeydi."

"Ne olarak kaydettin beni?"

"Ay Işığı olarak... O gün seni ilk gördüğümde teninin beyazlığıydı beni büyüleyen. Hiç güneşe çıkmamış gibi bir halin vardı ve tenine değen güneş seni daha da patlatıyordu. Sen de bilirsin, ay aslında ışık saçmaz, güneş ışıklarını yansıtır sadece. Sanırım ben güneşin parlattığı tenine aşık olmuştum."

Arada başını kaldırıp bana baksa da gözlerini hep kaçırıyor benden. Aklına doluşan güzel anılar sayesinde sürekli gülümseyip duruyor ve bu, onun aslında beni ne kadar güzel hatırladığının bir kanıtı.

Ve eğer böyle olursa ben nasıl kızabilirim ona, o gün bana yalan söyledi diye?

Aksine, onun zihninde güzel bir yer edinebilmiş olmak, bana anlattığı aşkının aslında bana ait olduğunu bilmek o kadar güzel ki, sırf bunun için bile ağlayabilirim.

Mutluluktan.

"Senin hakkında hiçbir şey bilmeden, adını bile, seni böyle sevmek korkutucu, değil mi? Saçmalık diyor musun?"

"Saçmalık asla diyemem ve saçmalık bile olsa, gerçekten, daha önce hayatımda böylesine güzel bir saçmalık duymamıştım."

"Mark?"

"Efendim."

"Ben seni gerçekten çok seviyorum."

"Ben de seni seviyorum, Haechan."

MetanoiaHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin