"Bekle bir dakika, Haechan. Ne dediğinin farkındasın, değil mi? Neden durduk yere evlatlıktan reddedilesin ki? Belki bir şeyleri yanlış anlamışsındır."
Belirli aralıklarla yere vurduğum ayağım sinir ve telaşla daha da hızlandığında kaşlarım çatılıyor. Neden olduğunu anlamıyorum, Haechan gibi birinin neden bir anda evlatlıktan reddedilme gibi büyük bir sıkıntıyla başbaşa kaldığını da bilmiyorum.
Tüm yanlışlar doğrulara karışıyor ve sanırım tüm yanlışların arasından doğruyu seçemeyecek kadar kör oluyorum bir anda.
Duygularımın esiri oluyorum ve birkaç dakikadır varlığını hissetmediğim o kocaman nefret, bir kez daha yerini belli etmek ister gibi göğsümün tam ortasında cayır cayır yanmaya başlıyor. İçten içe kül oluyorum, nefrete gömülen ruhumu izlemekten başka hiçbir şey yapamıyorum ve sonra bir kez daha kulaklarımı dolduran ses beni her şeye karşı sağır ediyor.
"Sevmemem gereken birini seviyorum ben Mark. Tüm masum ve temiz duygularımın bir başkasının hayallerini ve beklentilerini siyaha bürümesini izliyorum. Gözümü bile sakınmam gereken birini çok seviyorum, aldığı her nefesten pişman bir adamı... Ben bir erkeği çok seviyorum ve bunun yüzünden, bu masum hislerim ve toz pembe gözlüklerim yüzünden her seferinde daha da çok zarar görüyorum, daha çok zarar veriyorum."
Artık tutamadığı hıçkırıklarını nihayet serbest bıraktığında hayret içerisinde kalıyorum. Donuyorum, sanırım dünyayla olan tüm iletişimim kesiliyor. Etraf bulanıklaşıyor birkaç saniye, çok sevdiğim Haechan'ın sesi sessizliğe dönüşüyor ve kocaman bir hiçliğin arasında kalıyorum.
Ne hissetmem gerektiğini bilmiyorum ve eminim ki hissetmem gereken şekilde hissetmiyorum.
"Bir adamı mı seviyorsun?"
"Evet, bir kez görmüş olmama rağmen tüm hayal dünyamı ve umutlarımı ele geçirmiş birini, öyle sıradan birini değil, gördüğüm en sıradışı kişiyi. Güzel birini, çok güzel birini. Öyle ki zemini toz pembe tüllerle kaplanmış fakat altında dipsiz bir kuyu olan bu tuzağı bile göremememi sağlayacak kadar kör eden birini."
"Sevdiğin bu kişi... kötü biriymiş."
"Değil."
"O zaman neden seni bu hapsolduğun pembeye bezeli hapisten çıkarma zahmetinde bulunmuyor, Haechan? Bu zalimlik değil de nedir, söylesene!"
"Değil. Eğer yapabilse beni mutlaka kurtarmak için gelirdi."
Elimle yüzümü ovalarken gerçeklerden kaçmak adına gözlerimi kapatıp karanlığıma gömülüyorum, belki zihnimin kapkaranlık perdeleri kalkmış ve her şeyi olduğu gibi algılayabiliyorum fakat yine de yabancılaşıyorum işte.
Kendime.
Hissettiklerime.
Kulağımdaki sese.
Sanırım her şeye biraz yabancılaşıyorum.
"Bunun her ne olduğu önemli değil Mark. Gerçekten değil, iyilik ya da kötülük olsa bile değil. Burada tek önemli olan şey benim onu seviyor oluşum ve sırf bu yüzden, sırf onu seviyorum diye üzdüğüm kimseler, kararttığım hayaller, darmadağın ettiğim gelecekler. Anlamıyorum, Mark, bir insanı sevmek güzel bir şey olmalı. Peki ya neden bu güzel duygunun bana getirisi sadece acı?"
İşte bu cevabı çok kolay verilebilecek bir soru: Çünkü yanlış kişiyi seviyorsun. Doğru kişisi mi olur sevmenin? Eğer bir kez sevdiysen, bu doğru değil mi? İlla ki doğru olanı ararken ciğer mi çürütmeliyiz ya da yanlış olduğundan şüphe ettiğimiz tüm bedenleri yıkıp dökmeli miyiz?
Madem sevgi anlatılanlar kadar kusursuz bir duygu, o zaman nasıl doğrusu yanlışı olur?
"Yanlış bedenlerin aşkı da acı verici olur, Haechan. Fakat sırf acı verdi diye vazgeçemezsin. Zaten böyle kolayca vazgeçebilsen eğer, işte bu sadece yalan olurdu."
"Sen de mi yargılayacaksın beni, Mark? Bunun aşk değil, bir hastalık olduğunu mu söyleyeceksin yoksa? Belki bir psikoloğa görünmem gerektiğini söyleyeceksin... Eğer gerçekten bana bunu yapacaksan, söyle de kapatalım bu konuyu burada. Ben gözüm gibi baktığım aşkımın bir başkası tarafından hastalık olarak nitelendirilmesine dayanamıyorum."
"Saçmalama, neden hastalık olsun? Aslında... bu konuda seni yargılayabilecek son kişi ben olurdum ve eğer tanıdığın bir psikolog falan varsa bana da söyle. Senin çakma hastalığının aynısına ben de sahibim Haechan."
"N-Ne? Ne demek istiyorsun?"
Bu benim için hep zor bir konu olduğundan, anlatmaktan çekiniyorum. Her zaman için en derinlerime gömerek bir şekilde zapt etmeye çalıştığım bu yanımı bir başkasına açmak benim için oldukça zor olsa da biliyorum ki Haechan'ın bunu bilmesi sorun değil.
"Neden acı çektiğimi sanıyordun, hiçbir beklentiyi karşılayamadığımı, yetersiz kaldığımı, en kötüsü olduğumu? Ben herkes gibi değildim, Haechan. İşte tam da bu yüzden acı çekiyorum, farklı olduğum için, lanet olası bir kadından değil de, bir erkekten hoşlandığım için. Bir yönden eksiğim ben, çok eksiğim hatta öyle eksiğim ki diğer her şeydeki dahalarım bu eksikliğimi kapatmaya yetmiyor bile. Anlayacağın kocaman bir hatayım."
"Ben de. En kocamanından hem de. Beyaz bir gömleğin üzerine dökülmüş kocaman bir şarap lekesi gibiyim aynı, berbatım."
"En dipte miyiz?"
"En dipteyiz. Zirveyi arzuluyor muyuz peki?"
"Hayır, eğer bu bizi diğer herkes gibi yapacaksa hiç de arzulamıyoruz."
"Zaten en dibi görmüşüz, değil mi? Neden zirveyi isteyelim ki? Farklı bir şekilde bakarsan biz de zirvedeyiz."
"Evet evet, şarap lekelerinin zirvesi."
Kocaman bir kahkaha işittiğimde kendimi tutamayıp onunla birlikte başlattığımız kahkaha tufanına katılıyorum, etrafımdaki bakışlar hiç umurumda değil, zaten oldukça alışık olduğumdan hiçbir sıkıntı teşkil etmiyor. Bir deli olmadığım kalmıştı diyemiyorum çünkü alnıma yapıştırılan kocaman damgaların arasında pekâlâ o da yerini koruyor.
"Uzun zamandır böyle gülmemiştim."
Kahkahalarının arsında nefessiz kalarak birkaç seferde kurduğu bu cümleden sonra hızla başımı sallayarak derin nefesler alıyorum, bir yandan da gülmeye devam ediyorum.
"Ağlanacak halimize gülüyoruz resmen."
"Boş versene! Neden ağlayalım ki? Ağlamak için daha çok zamanımız olacak, şimdi gülelim."
"Deli gibi görünüyoruz!"
Söylediği cümle yüzünden kahkaha patlatıyorum bu sefer de. Çünkü sesindeki alaylı ifadeden de belli olduğu üzere bunu hiç de takmıyor.
"Deli olmak benim için hiçbir zaman kötü değildi. Hatta deli taklidi yapmak çok yarayışlı, biliyor musun? Normalde olsa giydiğin kardan adamlı çoraplara bile karışacak olan insanlar delidir deyip geçiştiriyor!"
"Bir dakika bir dakika! Senin kardan adamlı çorabın mı var?"
"Evet, bunda bir sorun mu var?"
"Aslında benim de pembe unicornlu bir iç çamaşırım var."
"Delisin!"
"Bana diyene de bak!"
Gülüyoruz, gülmeye devam ediyoruz. Bize sırtını çeviren tüm dünyaya inat bir şekilde yüksek sesli kahkahalarımızı herkesin duymasına sebep oluyoruz ve eminim ki ikimiz de memnunuz bundan. Sorun değil, ikimiz de kocaman birer hata olsak da, birbirimizi anlayabildiğimiz sürece hiç sorun değil.
Ve kardan adamlarla unicornlar oldukça yakındır.
Bizim birbirimizi anlayabileceğimiz kadar.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Metanoia
Short Story"Nefretimin içinde boğulan ruhumu dışarıdan izliyorum." [marklee+leedonghyuck]