Ertesi gün, saat sekiz civarları, akşam, darmadağın odamda oturuyorum, yerde sırtımı yatağıma yaslayarak. Duvarları izliyorum, sonra o bembeyaz ve kusursuz duvarların zihnimin karanlığıyla lekelenişine kayıtsız kalıyorum, hep yaptığım gibi. Hep yapacağım gibi.
Seyirci kalıyorum.
Çok şey düşünüyorum, ne düşündüğümü kendim de bilmiyorum.
Uyuşmuş gibiyim, hareket edemiyorum, sanki bir kez kolumu kıpırdatacak kadar bile enerji kalmamış içimde. Ölü gibiyim, nefes alıyorum.
Kendimle çelişiyorum, çelişkilerimin içinde boğulup gidiyorum.
Daha öncesinde yaptığım gibi bütün bir saatimi kendime ayırıyorum, duvarları izlerken zihnimin karanlığında boğulmakla uğraşıyorum bir yandan, diğer yandan düşüncelerimin aslında o kadar da karmaşık ve boğuk olmadığını zannediyorum.
Kendim hakkında ne düşündüğümü bilmiyorum.
Telefonumun zil sesi kulağıma ulaştığında yanımdan alıp tereddütsüz cevaplıyorum aramayı, zaten kim olduğunu biliyorum.
"Bugün nasılsınız bayım? Biraz olsun oraya buraya saçılmış kırıklarınızı bir araya toplamayı başarabildiniz mi? Yoksa yerimizde mi sayıyoruz? Bu arada bana bir isim söyleyin, gerçek isminiz olmak zorunda değil fakat en azından nasıl hitap etmem gerektiğini bileyim. Böyle çok zor oluyor!"
Tatlı sesini ve yakınmalarını bir kez daha duyduğumda aslında aklımdan hiç çıkmamış oluşu bir tokat gibi çarpıyor yüzüme. Ben hep çok çabuk sıkıldığımdan olsa gerek, yine kendimi bir kenara bırakıyorum ve bir başkasıyla uğraşıyorum. Sonrasında dönüp dolaşıp yine kendime geleceğimi bilsem bile her seferinde düşüyorum bu gaflete, her seferinde pişman oluyorum, asla vazgeçmiyorum.
"Mark."
Sesim resmen beni duymasın ister gibi fakat yine de söylüyorum adımı. Ona kendimle ilgili bir şeyler anlatmak istiyorum, beni bilsin istiyorum, hiç kimsenin benden haberi dahi olmasa bile, bir yabancı buralarda bir yerlerde Mark diye birinin olduğunu bilsin istiyorum.
"Güzel isim, tekrar söylüyorum, ben Haechan. Tanıştığımıza memnun oldum, Mark. Bu arada resmiyeti attım fakat sorun olmaz, değil mi?"
Gülümsüyorum çünkü onun oldukça mutlu çıkan sesi beni bunun için zorluyor gibi. Sesini duyduğumda mutlu oluyorum, güldüğünde çıkardığı hafif kıkırtıları işitmek benim için dünyanın en gülünesi olaylarından.
"Sorun değil, Haechan. Öyleyse ben de bir kenara atıyorum resmiyeti, pek alışık olduğum bir şey olmadığından zorluyor biraz. Bu arada takma adın sana çok yakışıyor."
"Utandırıyorsun beni!"
Gülüyorum, aklıma inen kara perdeler kalkmış gibi. Dağınıklığım beni rahatsız etmemişti hiç, şimdi ise ilk defa oraya ait değilmişim gibi.
"Dün seninle konuştuktan sonra düşündüm de, sen çok tatlı birisin, Mark. Çok ciddiyim, normalde zor zamanlar geçiren insanlar normalinden daha agresif olur ya, hassas oldukları konularda falan. Kimsenin bilmesini istemezler, onları azarlarlar. Sen bana hiç böyle davranmadın, zor zamanlar geçirsen bile hiç kızmadın, beni başından savmaya çalışmadın. Aksine, her kelimenin beni incitmemek için özellikle seçilmiş olduğunu düşündürdün bana. Sanırım bundan sonra senin için bir fan sayfası açacağım, "Mark'ın Bir Numaralı Fanı" olacağım."
"Aslına bakarsan bu beni mutlu ederdi. Mark'ın bir numaralı fanı oldun demek, hayran olmak için yanlış kişileri seçmiyor musun, Haechan?"
"En doğrusunu seçtim."
"Öyle mi düşünüyorsun gerçekten?"
"Öyle düşünmüyorum, gerçekten öyle."
Kelimelerimi kaybediyorum, daha önce hiç böyle bir durumda kalmadığımdan ne diyeceğimi şaşırıyorum, ne tepki vermem gerektiğini bilmiyorum. Gülüp geçiştirmek mi gerekir, reddetmek mi gerekir, desteklemek mi gerekir? Hiç bilmiyorum.
"Sessizliğe gömüldün yine. Anlat bana, bu sefer nelerle savaşıyorsun içinde? Sessiz kalma, sessiz kalmak öyle herkesin dediği kadar iyi bir şey değildir."
"Kelimelerimi kaybetmiş gibiyim, anlatamıyorum kimseye."
"Keşke sessizliğinden bile her şeyi anlayabilecek kadar tanısaydım seni, böylece bir şeyleri bilmem için bana anlatmak zorunda kalmazdın."
Alaylı bir gülüş sunuyorum ona, dedikleriyle dalga geçmek için değil elbet, bunun düşüncesi beni mutlu ediyor. Yine de, yine de gerçekleşmeyeceğinin farkındayım, hiç gerçek olmayacağının. Kulağımdaki sesin sahibinin uzun mesafeleri sıfıra indirebilmesi benim için çocukken kurulan toz pembe, uçuk kaçık hayallerden dahası değil.
"Gülmesene, ciddiyim ben bir kere."
"Peki."
Tekrar aramıza girecek sessizliği engellemek istiyoruz ikimiz de, yani ben minik mırıldanmalarından ve arada kulağıma ulaşan iç çekişlerinden öyle anlıyorum. Onunla konuşmak istiyorum, sesi biraz daha bana huzur versin istiyorum, bana kendinden bahsetsin, komik ya da değil bir şeyler anlatsın istiyorum, susup oturuyorum.
"Sonra ne oldu? Demek istiyorum ki... Sen iyi olmayı bıraktıktan sonra. Ne oldu?"
Aklıma gelen her şeyle uzunca bir nefes çekiyorum ciğerlerime, işte orada, benim dağınıklığım, karanlık zihnim, kırıklarım, heveslerim... Hepsi bir kez daha gözümün önüne geliyor, artık kendimi ait hissetmediğim dağınıklığım yine beni içine çekiyor, dur diyemiyorum.
"Sonra... öyle çok da bir şey olmadı. Sadece... hayatım boyunca birilerinin tırnağı kadar bile olamayan ben için bunu diğer herkese gerçekten gösterdiğim kısım başlamış oldu. Ne kadar aşağılık bir varlık olduğumun gözüme sokulmasını izledim bir süre, yetersiz oluşumun verdiği acıya katlanmak zorunda kaldım fakat bunu sonlandırmak için hiç uğraşmadım."
"Uğraşsan değiştirir miydi bir şeyleri?"
"Muhtemelen hayır."
"Böyle zamanlarda keşke şu an yanımda olsan diyorum, böylece sana sarılabilirdim."
Gülümsüyorum, bunun gerçekleşme ihtimali bile kulağıma öyle güzel geliyor ki kendimi mutlu hissetmekten alıkoyamıyorum. Yine de onaylayamıyorum onu, evet, güzel olurdu diyemiyorum. Çünkü bir adım ötemde duran gerçekliğim her saniye pespembe hayallerden kaçınmamı söylüyor bana, hayallerimi ardımda bırakıyorum.
"Yoksa istemiyor musun beni? Biraz daha konuşmazsan gittiğini düşüneceğim."
Nefes seslerimi dinlediğinden ve hâlâ orada olduğumu bildiğinden eminim, adım kadar. Çünkü kendimi hiç uzaklaştırmaya çalışmıyorum, aksine, beni fark edebilmesi için normalde yapmayacağım her şeyi yapmaya çalışıyorum fakat o beni sadece duyabildiğinden, anlamıyor anlattıklarımı.
"Buradayım, Haechan. Sadece ne demem gerektiğini düşünüyordum."
"Güzel, zaten artık benden gidemezsin ki sen. Ben bir kez aklına girdiysem kolay kolay çıkmamak için elimden geleni yapacağım çünkü."
"Neden bunu yapasın?"
Soruyorum çünkü gerçekten bilmiyorum. Neden yanımda kalmak istesin, neden aklımı işgal etmek istesin, neden... Neden benimle konuşmayı sürdürsün ki?
"Çünkü sesin çok güzel, Mark, hep dinlemek istiyorum. Bunu da ancak hep seninle konuşursam başarabilirim, tabii bunun için de senin için herhangi birinden fazlası olmak zorundayım, değil mi?"
"Aslına bakarsan... bunun için çok fazla uğraşmana gerek yok, Haechan. İstemesen bile sesin kulaklarımdan hiç gitmiyor, aklımdan çıkmıyorsun, sanırım çoktan benim için herhangi bir yabancıdan çok daha fazlası oldun."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Metanoia
Short Story"Nefretimin içinde boğulan ruhumu dışarıdan izliyorum." [marklee+leedonghyuck]