Çarpışmamız sonucu Doyoung'un şişen anlı için bir markete gelmiştik. Elini bırakıp dolabın içinden soğuk su şişelerinden birini alıp anlına koydum. Sevimli bakışlarla beni izlerken yine saçma bir duruma düşmek istemiyordum.
En son buluşmamız aklıma gelince gülmeden edemedim. Ama sanırım Doyoung'un yüzüne bakarak gülmem doğru olmadı. Ben sinirlenir diye düşünürken yüzü düşmüştü. Böyle bir bebeği andırıyordu.
Yanaklarını sıkıştırıp, kollarımın arasına aldığımda omzumu ısırdı. Acıyla tıslayıp geri çekmeme rağmen kene gibi yapışmıştı belime. Sonra hiç beklemediğim o hareketi yaparak yanağıma öpücük kondurdu.
Şaşkınca Doyoung'u izlerken neden bipolar gibi davrandığına anlam vermeye çalışıyordum. Bu çocuk beni cidden şaşırtıyor.
"Ben Kim Doyoung'um. Ne yapacağım belli olmaz. Sevimli suratıma aldanma."
Şişeyi anlından çekmeden kasiyere doğru ilerlerken belki birazcık poposunu kesmiş olabilirim. Bunu bilse gözlerimi oyacağına eminim. Bu yüzden bu kendi içimde kalacak.
______________________________________________
Sicheng'in iki lafından biri özür dileyerek geçerken, ona kızgın olmadığımı daha ne kadar kanıtlayabilirim diye düşünüyordum.
Acaba öpsem kolumu kırmaya çalışır mı? Ya da dudaklarımı kesip elime verir mi?
Bu düşünceler beni meşgul ederken Sicheng'in seslendiğini duymamıştım bile. Duyduğum anda ona dönmemle bana ne ara bu kadar yakınlaştığını anlayamamıştım.
Şaşkınca gözlerinin içine bakarken o benim tam tersimdi. Tatlı tatlı gülümsüyordu bana. Sonra dudaklarıma doğru eğilince geriye doğru çekilmiştim.
Şaşkın bakışlarla bana bakarken başımı iki yana salladım.
"Evlenmeden olmaz."
Omuz silkerek önüne döndüğünde öptürmediğim için birazcık pişman olmuş olabilirim. Ama çok değil.
______________________________________________
Ten'le baş başa vakit geçirmek istediğim için Yuta'lar gelmeden önce parktan çıkıp sahile gelmiştik. Parktan bu yana benimle konuşmadığı gibi, yüzüme de bakmıyordu.
Bacağıma çarpıp duran elini tutup birbirine kenetlerken yüzünde ufakta olsa bir gülümseme oluşmuştu. Bunun uzun sürmemesi kaşlarımın çatılmasına neden olurken yürümeyi bırakıp omuzlarından tutarak kendime çevirdim.
Başı öne eğik parmaklarıyla oynarken, çenesinden tutup başını kaldırdım. Her an ağlayacağı sinyallerini veren dolan gözleri kendimi bir pislik gibi hissetmeme neden oldu.
"Özür dilerim Chittaphon."
"Ne için?"
Sesi oldukça kısık bir tonda çıkmıştı ama bunu umursamamıştı. Çünkü ben duymuştum.
"Seni üzdüğüm için. Bir pislik gibi davrandığım için."
Gözyaşları süzülmeye başladığında kollarından tutup sarıldım.
______________________________________________
Kun'u kendime düşürdükten sonra geri kalkmamıştık yerden. Gelip geçen insanlara aldırış etmeden yan yana gökyüzünü izliyorduk. Ne romantik değil mi?
Arada kendi kendine gülümsüyor olması dikkatimi çekerken, sebepsiz yere bende onunla gülümsüyordum. Bana baktığını hissedince bir kız gibi utanarak bakamadım yüzüne.
"Bana 'aşık olmak ister misin?' diye sormuştun ya?"
Heyecanlı bir şekilde Kun'a döndüğümde dudaklarından dökülecek olan kelimeleri içimden geçirdim. Daha doğrusu ben boş hayalere kapılıp kabul edeceğini düşünmüştüm.
"Asla istemem."
Bozulduğumu belli ederek doğrulmaya çalışırken gökten düşen bir cismin üzerimize doğru geldiğini fark ettim. Sonra o şeyin top olduğunu görünce sırf Kun'a zarar gelmemesi için üzerine çıktım.
"Oha lan napıyorsun? Aile var oğlum."
Top sırtıma çarpıp yere düşerken, Kun sudan çıkmış balık gibi çırpınmaya son vermişti.
"Sadece beni uyarabilirdin."
Bu çocuk yemin ederim odun. Romantizm nedir hiç bilmiyor. Bana aşık olmasını bile bekliyordum oysa. Derin bir nefes verip kendimi yanına attığımda, bana doğru dönüp bir şeyler söyledi.
Ama dudaklarıma kapandıktan sonra hafızam silindi gibi bir şey oldu. Bu yüzden tam olarak ne dediğini anlamadım.
______________________________________________
Bizim salakların işini bitirip Taeyong'la eve dönerken yollarımızın ayrılma vakti gelmişti. İç çekerek ellerim cebimde ona döndüğümde hala gülümsüyordu. Sanki dünyayı kurtardı Şerefsize bak hele.
Elimin birini cebimden çıkarıp omzuna vurduğumda, başını sallayıp bana döndü.
"Alt tarafı sevap işledik oğlum. Ne bu kahraman olmuş havaları?"
"Öyle deme hyung. Bu çok önemli bir operasyondu."
Bu çocuk böyle değildi aslında. Orangutan kılıklı arkadaşlarıyla kala kala bozulmuş çocuk. Yoksa aralarında ki en zeki insan buydu.
"Üzülüyorum sana be."
Bakışları şaşkın bir ifade alırken, omzunu patpatlayıp eve doğru yürümeye başladım. Taeyong peşimden koşarak gelip önüme geçtiğinde elini yumruk yapıp bana doğru uzattı.
Hey Allahım ya. Bunlarla harbi bir şey yapılmaya gelinmiyor. Bende elimi yumruk yaparak, eline vuracağım sırada kollarını açıp sarılması tuhaf oldu.
"Biz en iyisiyiz ortak."
Bende bundan korkuyordum.
"Bak Taeyong biz ortak değiliz. Arkadaş hiç değiliz. O yüzden hadi yallah."
Omuzlarından tutup kendi yönüne doğru çevirip poposuna şaplak attım. Bana sokağa atılmış kedi yavrusu gibi bakarken orta parmak çekip yoluma devam ettim. Sonra arkamdan bağırışını duydum.
"Seni gece 12'den sonra ararım."
Gece? 12'den sonra?
Fesaf düşünmemeliyim, fesat düşünmemeliyim, fesat düşünmemeliyim. Düşündüm.