KARANLIK

35 4 19
                                    

  Karanlık;

Aydınlığa ulaşabilmek için, kanaya kanaya yürüdüğümüz yoldur belki de.
Ölü bir ozanın gönlünden süzülen satırların pervasızca onu terk edip yaşaması kadar yaralayıcı, güneş doğarken bile ruhu saran bir sarmaşık gibi zehirlidir aynı zamanda. Bir de yalnızlık kadim bir dost gibi eşlik ediyorsa size, karanlıkta dağılmanız kaçınılımazdır.
Hayallerimin ilmek ilmek dokunduğu ütopyamda kontrolü kaybettim ve kaçınılmazı yaşadım. Dağıldım...
Ruhum yolunu kaybetmiş akıntıyla savruldu yabancı olmadığım girdaba. Bu girdap çaresizliğimdi ve beni tamamen yutuyordu. Ne yazık ki  artık beni ele geçirmesine karşı koyamacak kadar güçsüzleşmiştim.

Ve şu an ellerime tek bir dilek hakkı geçseydi, en çok kendimden kaçabilmeyi dilerdim.

Fakat şu an ellerimde dilek hakkı yerine silah vardı. Ve bu günlerdir böyle. Ne buradan kaçabiliyordum. Ne de kendimden. Beni yaklaşık bir buçuk haftadır operasyon için çalıştırıyordu. Benim elim ayağım ise hala titremekteydi. Ben yapamazdım. Bu konuda çok acizdim. Ölebilirdim. Annemi, babamı Çiçek'i bir daha hiç göremeyebilirdim. Hoş sanki ölmesem görebilirdim de.

"Tamam. Artık gidebilirsin."

Bu güzel tok sesi duyduğumda celladın, öldüreceğini haber veren cümle olduğunu anladım. Gözlerimi kapattığımda, sol gözümden minik bir yaş damlası aktı.

"Hazırlandığında odamın kapısının önüne gel."

Bu sözlerin kalbime hançer gibi saplandığını hissediyordum. Düşünsenize hiç beklemediğiniz bir anda başınıza bir iş geliyor, bir yerde tutuluyorsunuz ve operasyona gönderiliyorsunuz. Düşünsenize operasyona gidiyorsunuz. Ona hiç bakmadan, omzumu omzuna sert bir şekilde çarparak çıktım günlerdir eğitim gördüğüm yerden. Neler mi öğrendim. Ihım ıhım. Silah kullanmayı. Tabii bu silahlar basit silardan değil. Sonuna kadar anormal olan silahlar. Hiç bir yerde olmayan dilahlar. Dövüş teknikleri. Onlara biraz aşinaydım. Ama öğrendiklerimin yanında. İğne ucu kadardı. Küçükken babam, ben ve Çiçek dövüşürdük. Güle eğlene. Babam bize savunma hareketlerini gösterirdi. Babam hiç bir zaman insanların altında kalmamızı istemezdi. Ezilmemizi istemezdi. Hep haksızsakta kendimizi savunmamız gerektiğini söyler ve öğretirdi çünkü derdi ki;

'siz haklı da olsanız haksızda olsanız sizi o an savunacak hiç kimseniz olmayacak. Siz kendinizi tek başınıza güçlü bir lider gibi savunacaksız. Arkanızda ellerinde hançerleriyle muhafızlar olmasa bile! Çünkü siz lidersiniz. Liderlerin yanında askerleri olmasa bile liderdir!'

Özür dilerim baba kendi kalemde zindana kapatıldım. Burda liderliğim geçmiyor baba. Burda kendimi savunmam bir şeyleri değıştirmiyor. Beni size size kavuşturmuyor. Ben şu an taburenin üstündeyim ve boynumda halat var. Cellat birazdan beni öldürecek. Ölüme giden yoldayım baba. Beni kurtarır mısın?
Benim koca yürekli muhafızım, beni yine cellatın elinden kurtar. Baba bu kadar aciz kaldığım için özür dilerim baba!

Odamın kapısının önüne vardığımda gözlerimden, durduramayacağım kadar yaşlar aktığını fark ettim. Bu yüzden hırçındım işte babama söz vermiştim güçlü olmak için. Çiçekle verdik bu sözü biz. Mutluyduk diye hırçındım. Çünkü bu hayatta kimse mutlu olamaz. Ancak çok kısa bir anlığına. İnsanlarda o mutlu olduğun kısa anı burnunuzdan fitil fitil getirirdi. Ama sizin, bizim buna izin vermememiz lazımdı! Hakkımızı korumamız lazımdı fakat lanet olsun ki hic bir kural burda geçerli değildi!
Bu düşüncenin verdiği sinir ile kaldığım bu lanet odanın sert kapı duvarına bir yumruk geçirdim. Morarmış kolumla. Günlerdir sargı yapılıyordu. Krem mıremler dürüyordu cellat fakat iyileşmiyordu çünkü her seferinde bir şeyler oluyordu koluma. Geçen gün; silahı yanlış tuttuğumu iddia edip ellerini elimin üstüne kooymuştu ve bende izin vermeyip silahı çekiştirmiştim sonunda da kolumu sert bir şekilde silahların yerleştirildiği küçük bir masanın kenarına vurdum. Çok acımıştı. Odadan içeriye girdiğiğimde küçük bir çığlık attım makyaj aynasının önünde bir kız vardı. Kaşlarımı çattım.

AY IŞIĞI & ORENDA.Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin