Elizabeth; anlam veremediği bu yazıyla bir süre bakışıp ardından düzgün düşünemediğini hissettiği için zarfı cebine sokuşturdu. Ne anlama geliyordu ki bu? Bulması gereken bir şey varsa bu neydi?
Düşünmesi gerekenlere bir yenisi daha eklenmişti. Ancak o an düşünmek için doğru bir zaman değil, Austin ile konuşmanın vaktiydi. Kafasında ağırlık yaptığını hissettiği düşünceleriyle beraber dalgın dalgın odasına ulaştı.
İçeriye girdiğinde Se-Joo ve Austin'in fazlasıyla sessiz bir şekilde oturduklarını gördü. Austin, yatağın üzerine oturmuş bacağını sallayıp duruyordu. Elizabeth'i görür görmez yerinden fırladı.
"Gittiler." dedi Elizabeth.
Bir anlığına Se-Joo'ya baktı ve derin bir nefes aldı. Öyle yorgundu ki... Dinlenmeye ihtiyacı vardı. Bir dakika durup ona bakmaya ihtiyacı vardı.
"Ben çıkayım. Siz konuşun." dedi Se-Joo dudaklarını birbirine bastırarak. Elizabeth'in koluna dokundu ve gülümseyerek odadan çıktı.
Elizabeth, Austin'e baktı. Bir elini omzuna koyup yatağa oturmasını işaret etti ve onunla birlikte kendisi de oturdu. Austin hafifçe öne eğilip dirseklerini dizlerinin üstüne koydu.
"Başınıza çok sorun açıyorum, değil mi?" dedi Austin, ellerini sıktı.
"Pek sayılmaz ya!" dedi Elizabeth, düşünüyormuş gibi yaptı. "Eğer seni bizimle yakalarlarsa hepimiz seninle birlikte cezalandırılacağız, o kadar işte." dedi, omuzlarını silkti ve Austin'e bakıp gülümsedi.
"Ve buna gülüyor musun sen?" dedi Austin, bir yandan istemsizce gülüyordu.
"Hiçbir şeyi bilmiyorum artık." dedi Elizabeth, kafasını bir sağa bir sola salladı.
Austin'in bakışları, komodinin üzerinde duran fotoğraflara takıldı.
"Özlüyor musun?" dedi, Elizabeth ve babasının fotoğrafını işaret ederek. Elizabeth bunun üzerine kafasını o yöne çevirdi ve bir süre babasının suratını inceledi. Başucunda duran bu fotoğrafı her gün görmek, ona her gün bakmak; günden güne onu daha da incitiyor ve yüreğinin derinlerinden bir parçayı da alıp beraberinde sürüklüyordu.
"Her gün." diye yanıtladı bu soruyu. Her gün, her an. "Annene dair bir şeyler bulabildin mi?" dedi tekrar Austin'e doğru dönerek.
"Bir ilerleme kaydedemedim, hâlâ aynı. Deniyorum." dedi Austin dudaklarını birbirine bastırıp kafasını sallayarak. "Annem..." dedi ve durakladı. "Beni terk ettiğinde yalnızca yedi yaşındaydım, biliyorsun gerçi." dedi ve güldü. "Hayal meyal hatırlıyorum. Elime birkaç tane papatya verip yapraklarını saymayı bitirdiğimde döneceğini söylediğinde..." Austin'in parlamaya başlayan gözleri, hislerinin aynası konumunu almıştı çoktan. "Sürekli sorun çıkarıyorum, biliyorum. Bazen diyorum ki... Annem olsaydı acaba yine böyle sorunlu biri mi olurdum yoksa değişir miydim?"
"Sanmam. Austin Martin her zaman Austin Martin'dir." dedi Elizabeth, Austin'in omzunu sıvazlayarak. Gülümsedi. Onu neşelendirmeye çalışıyordu.
"Bizim oyun grubuna geldiğin ilk günü hatırlıyor musun? Bana senin de annen olmadığını söylemiştin. Ben de 'Benim annem var, gelecek.' diyerek kavga etmiştim seninle." dedi, ikisi de hatıralarına gülümsedi. "Çıkışta baban seni almaya gelmişti. Bir baban olduğu için çok şanslı olduğunu düşünmüştüm, sırf o yüzden bile bana çok havalı geliyordun. 'Annesi gelemese de babası geliyor.' demiştim içimden." dedi, gülümsedi. Elizabeth kafasını kaldırıp tavana baktı gözlerini kırpıştırarak.
"Sanırım ben senin o şans dediğin şeyi pek iyi kullanamadım, Austin." dedi Elizabeth.
"Bana bir aile verdin, Elizabeth. Ben başına sorun açmaktan başka hiçbir şey yapmasam da..." dedi burnunu çektiği sırada. "Küçükken de hep beni korumaya çalışırdın, hatırlıyorum. Bir gün sınıfın camını kırmıştım taş atıp. Diğer çocuklar ıskalayacağımı söylemişlerdi." dedi gülerek.
"Austin Martin ve egosu." dedi Elizabeth bir yandan şakayla karışık gözlerini devirerek.
"Sonuç olarak, ıskalamadım. Sen öğretmen bana yine kızacak diye senin yaptığını söylemiştin." dedi Elizabeth'e bakarak. "Özür dilerim. Eğer beni onlara vermek istersen geç değil. Git dersen de giderim. Bunu anlayabilirim."
"Seni geride bırakmayacağım, Austin." dedi Elizabeth, Austin'in gözlerinin içine bakarak. Kaybetmemekte kararlıydı, bu defa ailesini gerçekten koruyacaktı Elizabeth. "Kimseyi geride bırakmak gibi bir niyetim de yok. Bu işte birlikteyiz."
Austin kafasını sallamakla yetindi. Bir süre öylece durdular. Ardından Austin'in birden sırıtmaya başlaması, bütün ciddi ve kasvetli havayı yerle bir etmişti.
"Ne oldu?" dedi Elizabeth bu anlam veremediği hareketin üzerine. Austin gülmeye devam ediyordu.
"Yakışıklıymış." dedi çenesini ileriye uzatarak.
"Ha?" dedi Elizabeth, neyden bahsettiğini anlayamamıştı bir an.
"Se-Joo. Elizabeth Stacy'nin efsanevi ilk aşkı." dedi Austin. "Yakışıklı çocukmuş. İyi birine de benziyor. Sevdim." Ne kadar susmaya çalışsa da Elizabeth'in kızarmaya başlayan suratı daha da fazla gülmesine sebep oluyordu.
"Saçmalamayı kes." dedi Elizabeth, Austin'in koluna vurarak.
"Ah, acıdı! Dikkat etsene koluma." diye bağırdı Austin. "Aşkından gözün hiçbir şeyi görmez olmuş." diyerek kaldığı yerden gülmeye devam etti.
"Vazgeçtim. Sanırım seni onlara vereceğim." dedi Elizabeth bunun üzerine. Ancak o da gülmeye başlamıştı çoktan.
Aklına gelen bir şey, gülüşünün yarıda kesilmesine sebep oldu. Austin'e döndü ve bir anlığına durakladı. Bir hafta boyunca Austin ile konuşmaktan kaçınmasının sebebi, alacağı cevapları duymaya cesaretinin olmamasıydı ama kaçmanın kimseye faydası olmayacağını da biliyordu. Sonunda o soruyu sordu.
"Austin. Kimi öldürdün sen?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
valan vlue ☾ düzenleniyor
FantasyAltı parçanın meydana getirdiği denge taşının oluşturduğu dünya dengesini korumak üzere eğitim almış Elizabeth Stacy ve ekibi, insanların aniden kaybolmaya başlamalarıyla birlikte bu esrarengiz olayı çözmek üzere 4 ay boyunca uğraşıyor ancak hiçbir...