7 • stop for a minute and look at me

31 4 12
                                    

Elizabeth, Austin'in söylediği her şeyi baştan sona, tekrar ve tekrar düşünüp durmaktan düzgün uyuyamamıştı bütün bir hafta boyunca.

Bir koruyucu öldürüldü.

Taş kayboldu.

Austin bir kaçak.

Ve birini öldürdü.

Zihni, düşüncelerin arasından hangisini seçeceğine bile karar veremiyordu. Neyi düşünmeli, neye kafa yormalı ve neyi çözmeye çalışmalıydı? Taşın kaybolması ve bir koruyucunun öldürülmesi. Yıllarca imkansız olduğuna inandırıldığı bir şeydi. Taş koruyucuyu korur ve koruyucu da taşı. Nasıl olmuştu da koruyucu ölmüş ve taş kaybolmuştu? Bir yandan, taşın kaybolmuş olması, şu bilinmeyen yaratıkları ve insanların esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolmalarını açıklıyordu. Denge bozulmaya başlamıştı. Ama hangi yöne? Bunun çift taraflı bir terazi olmadığı ortadaydı. Denge, bir terazi metaforundan daha da karmaşık bir yapıydı. Peki ya Austin'in Valan Vlue'dan kaçabilmesi... Valan Vlue ile iletişim kurmak bile zordu. Bu insanların kullandıkları teknoloji, Valan Vlue'nun kapısından içeriye giremiyordu. Bir telefon açıp oradaki birini aramak, elektronik posta göndermek... Birinden anında haberdar olmak bile zordu, zaten bu yüzden mektuplarla anlaşmıyorlar mıydı? Ama iletişim kurmak bile bu kadar zorken Austin, birini öldürerek mi kaçmayı başarmıştı? Birini... Belki birkaç kişiyi öldürmüştü ama söylemiyordu. Bu da mümkündü. Belki de Austin'in şu ölüm sessizliği dediği şey... Austin'in dediğine göre, Valan Vlue artık eskisi gibi değildi. Belki de kaçabilmesi bununla ilgiliydi. Peki ya Austin'in öldürdüğü kişi kimdi? Austin, kimi öldürmüştü? Kimleri... Hayır, hayır. Belki de söylediklerinin hepsi yalandı. Ama insanların kaybolması doğruydu sonuçta ve Austin'in bundan haberi bile yoktu. İletişimleri kesinlikle kesilmişti. Ah, birkaç dakikalığına düşünmeyi bırakmalıydı. Ama bu durumda bu pek mümkün görünmüyordu.

Yatağından fırladı. Pencereden içeriye dolan güneş ışığını izledi birkaç dakika boyunca. Başını yanındaki komodine doğru çevirdi ve üzerinde duran fotoğraflara baktı. Derin bir nefes aldı ve kafasındaki bütün düşünceleri uzaklaştırmak istercesine bir sağa bir sola sallanıp saçlarını karıştırdı. İçinden bir ses delirmek üzere olduğunu söyleyip duruyordu. Keşke içindeki ses bile kendi işine baksaydı. Ama onun işi zaten bu değil miydi? Ah, delirmişti.

Dolabının içinden eline gelen kıyafetleri üzerine geçirdi. Silahını da beline sıkıştırdıktan sonra bir çift şapka alarak odasından çıktı. Uzun zamandır görmediği birinin yanına gitmeye karar vermişti. Belki biraz olsun aklındaki sorulara cevap bulabilirdi.

Odadan çıkar çıkmaz Daniel ile karşılaştı.

"Hey." dedi Daniel ve elinde tuttuğu şapkalara baktı. "Onlar ne için?"

"Marmia'nın yanına gitmeyi düşünüyorum. Se-Joo da benimle gelir diye düşündüm. Onu buraya hapsettik gibi oldu." dedi Elizabeth kafasını sallayarak.

"Daha fazla kalamaz, Elizabeth. Biliyorsun değil mi?" dedi Daniel.

"Biliyorum." dedi Elizabeth. Se-Joo'ya veda etme vakti yaklaşıyordu. Sanırım böylesi herkes için daha iyi olacaktı. Daniel, iyi hissettirmek adına Elizabeth'in kolunu okşadı. Se-Joo'nun Elizabeth için ne ifade ettiğini biliyordu. Sonuçta onu çocukluğundan beri tanıyordu.

"Yalnız gitmeyin. Ne olacağını bilemeyiz."

"Sorun olmaz, çok uzak değil. Bir şey olursa..." diyerek kolundaki saati gösterdi Elizabeth ve gülümsedi. Bu Daniel'ı da gülümsetmişti. "Jack geldi mi?"

"Hayır." diye yanıtladı Daniel. Elizabeth ise kafa sallamakla yetindi.

Jack, Austin'in geldiği günün gecesinde, bir yere gitmesi gerektiğini söyleyip gitmiş, fazla ayrıntı vermemiş ve henüz geri dönmemişti. O olmayınca da kimse oturup düzgün bir şekilde konuşmaya ve ne yapacaklarını tartışmaya cesaret edememişti. Duydukları ve öğrendikleri, herkesi fazlasıyla ürpertiyordu demek yanlış olmazdı.

valan vlue ☾ düzenleniyor Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin