"Sisteme başka bir yüz kaydetmek yerine kayıtlı olan birini çıkaramaz mısın? Valan Vlue Ekip Birliği kayıtlarından en azından birimizi silebilirsen Lawrence'ın olduğu bölüme sorun çıkmadan girebiliriz ve dışarıdan yardım almamıza da gerek kalmaz." dedi Daniel, bir yandan Elizabeth'in suratında kendini belli eden duygu kırıntılarını ayıklamaya çalışıyordu.
"Bu günlerimi alabilir ve neredeyse imkansız, sistem sürekli kendini yeniliyor. Bu şekilde yakalanma ihtimalimiz de daha yüksek. Hem orada hem de... Valan Vlue Ekip Birliği tarafından fark edilirsek başımız daha büyük belaya girer." dedi Felix suratını ekşitip dudaklarını birbirine bastırırken. "Dışarıdan birini kaydetmek de kolay değil ama en azından silmekten daha kolay ve daha az riskli."
"Peki kimi kaydedeceğiz? Kimseye güvenemeyiz." diyerek söze girdi Lexi, bunun üzerine Austin kaşlarını kaldırarak Elizabeth'e baktı.
"Se-Joo'ya soramaz mıyız?" dedi Austin. Elizabeth'in endişelerinin farkındaydı ama akıllarına gelen, biraz da olsa güvenebileceklerini düşündükleri kişilerin hepsi Valan Vlue Ekip Birliği'ne kayıtlı kişilerdi. O an için, Se-Joo'dan başka hiç kimseyi bulamamışlardı ancak olanlar da tam anlamıyla ortadaydı.
"Ona bir şey olacak diye korktuğunu biliyorum." dedi Lexi, yaklaşıp Elizabeth'in kolunu sıktı. "Ama şu an için bundan başka şansımız yok gibi duruyor. En azından sorsak?" dedi kaşlarını kaldırarak. Yavru bir köpeği andıran bakışlarıyla Elizabeth'e bakıyordu.
Elizabeth tuttuğu nefesini bıraktı, başını eğdi.
"Kahretsin, gerçekten delireceğim." dedi kendi kendine söylenerek. "Pekala, ben soracağım." dedi kafasını kaldırarak, duruşunu dikleştirdi.
"İstersen ben konuşabilirim." diyerek ortaya atladı Daniel, o günden sonra Elizabeth ve Se-Joo'nun hiç konuşmadığını bildiği için.
"Ben konuşsam daha iyi olur." dedi Elizabeth buna karşılık olarak. Bir yandan kendini bu konuşma için hazırlamaya çalışıyordu.
"Kabul etmezse ne yapacağız?" diye sordu Austin, kollarını göğsünde birleştirerek.
"Büyük ihtimalle diğer yolu denememiz gerekecek." diye yanıtladı Daniel.
"Büyük ihtimalle..." diyerek Daniel'ın ardından konuşmaya başladı Felix. "Fark ediliriz ve Soleilune'dan yakamızı kurtarsak da Valan Vlue Ekip Birliği bizi fark eder, elimizdeki her şeyden oluruz. Bir de Austin meselesi var tabii."
"Kabul edeceğini varsayalım." dedi Jack herkesi dinledikten sonra. "Önce Elizabeth bir konuşsun." diyerek bir eliyle Elizabeth'i işaret etti.
"Gidiyorum öyleyse." diyerek arkasına bakmadan odadan çıktı Elizabeth. Kalbi göğüs kafesinin dışında atıyormuş gibi hissediyordu. Eğer onunla konuşmayı daha fazla ertelerse de, yerinden kopup fırlayacaktı sanki.
O günden bu yana, yalnızca birkaç gün olmuştu ve Se-Joo odasından hiç çıkmamıştı. Elizabeth de kendisine olan öfkesinin elbette farkında olduğundan yanına yaklaşmaya çekinmiş, onun yüzüne bakacak cesareti kendinde bulamamıştı. Sebep olduğu bu enkaza bakacak cesareti...
Kapının önüne geldiğinde durakladı. İçeri girmekten başka şansı yoktu ve artık kaçmamalı, yüzleşmeliydi. Kendine karşı duyduğu nefreti; ona içeriye girmesini söyleyip duruyordu yüksek sesle. Kendisinden daha fazla nefret etmesini ve iğrenmesini fısıldıyordu diğer kulağına da. Ancak Se-Joo'ya karşı duyduğu sevgisinin, onun yüzündeki kırgınlığı görmeye yüreği yoktu.
Kapıyı tıklatıp birkaç saniye bekledikten sonra narin adımlarla içeriye ilerledi. Çıkaracağı en ufak bir yüksek sesin bile onu yerle bir edeceğinden korkuyordu sanki.
Se-Joo, pencerenin önündeki geniş mermere oturmuş, öylece dışarıyı izliyordu. Bir eli, kendine doğru çektiği bacaklarının üzerinden sallanıyordu. Karışık saçları, odanın diğer ucundan bile kendini belli ediyordu.
"Gelebilir miyim?" diye sordu kısık bir ses tonuyla, boğazını temizledi. Ardından yutkundu. Sorusunun karşılığında bir onay alamasa da, hiçbir itiraz ile karşılaşmadığı için odanın ortasına doğru birkaç adım daha attı. Ne söyleyeceğini, konuşmaya nasıl başlayacağını bilemiyordu. Ellerini arkasında kavuşturup alt dudağını ısırdı ve zemini izlediği sırada sözcüklerini seçmeye koyuldu.
"Eve girdiğimde..." dedi Se-Joo aniden. Bunun üzerine Elizabeth, beklemediği bu hareketin etkisiyle kafasını kaldırdı istemsizce. Se-Joo yavaşça konuşmaya devam etti. "Ona seslendim ama cevap vermedi. Oturma odasına doğru ilerleyince... Gördüm. Kanlar içinde yerde yatıyordu. Nasıl olduğunu görmedim. Kimin... Neyin yaptığını da." dedi, dışarıya bakmaya devam ediyordu. Bir an olsun kafasını hareket ettirmemişti. Burnunu çekti.
Elizabeth, sol tarafında sızlayan kalbinin fiziksel acısını hissedebiliyordu.
"Senin suçun olmadığını biliyorum. Benden bu kadar uzak durma sebebin de beni bu dünyadan korumak istemendi, fazlasıyla iyi anlıyorum artık. O gün de bana bilerek çarpmadın sonuçta. Gitmen gerektiğini söylediğinde kolundan tutup bırakmayan da bendim." dedi, kafasını önüne eğip tırnaklarını pantolonunun kumaşına geçirerek oynamaya başladı. "Ama içimdeki öfkeye engel olamıyorum. Birilerini suçlamak istiyorum. Bu hiçbir şeyi değiştirmez ama... Birilerine kızmak istiyorum." dedi Se-Joo, Elizabeth onun nasıl hissettiğini tam olarak anlayabiliyordu.
"Seni biraz tanıdıysam..." dedi Se-Joo burnunu çekerek. "Benim sana kızdığımdan bile daha çok kızıyorsundur kendine. Kendinden nefret ediyorsundur."
Elizabeth'in gözleri dolmuştu.
"O gün söylediklerimin seni fazlasıyla kırdığını biliyorum. Ama sebebini anlayabileceğini de biliyorum. Bana biraz zaman ver, lütfen." dedi Se-Joo.
Elizabeth, bu duyduklarının üzerine günlerce ağlamak istediğini hissetti. Karşısında duran bu kişi, annesinin ölümüne sebep olmasına rağmen yine de onu, onun kalbini kırıp kırmadığını düşünüyor ve bunun için endişeleniyordu.
"Ben..." dedi Elizabeth, devamında ne diyeceğini bilemiyordu. "Söyleyeceklerim hiçbir şeyi değiştirmeyecek. Özür dilerim. Sürekli bunu diyorum ama..." diyerek iç çekti. "Gerçekten özür dilerim. Elimden başka bir şey gelmediği için de özür dilerim."
"Felix iki sene önce babanı kaybettiğini söyledi." dedi Se-Joo.
"Felix..." dedi Elizabeth istemsizce, bir anlık şaşkınlığını gizleyemedi. Felix'in Se-Joo ile konuştuğunu bilmiyordu.
"Hm..." diye mırıldandı Se-Joo, onaylamak için. "Şu gideceğiniz yerden de bahsetti. Dışarıdan birine ihtiyacınız varmış sanırım."
"Ne zaman anlattı bunları?" dedi Elizabeth. Felix, bunları konuştuklarından hiç bahsetmemişti. Bir yandan kendisinden habersiz yaptığı için sinirlense de, diğer taraftan bu durumdayken onu yalnız bırakmadığı için sevinmişti.
"Yardım edebilirim." dedi Se-Joo, ilk kez Elizabeth'e doğru dönüp bakarak. İlk göze batan şey ise halka halinde morarmış gözaltlarıydı. "Yardım etmek istiyorum."
"Ha?"
"Yardım etmek istiyorum." diye tekrarladı Se-Joo. "Tehlikeli olduğunun ya da diğer her şeyin farkındayım. Beni bu işe bulaştırmak istemediğinin de. Ama benden başka şansın yok."
Elizabeth, öylece Se-Joo'nun suratına bakıyordu. Bu kadar hızlı ilerlemesini beklemiyordu. Duyduklarını sindirmek için birkaç dakikaya ihtiyacı vardı.
Se-Joo derin bir nefes aldı.
"Annem... Seninle kalmamı söyledi. Son sözü buydu." dedi, yutkundu. Kaşları çatılmıştı.
"Beni tanıyor muydu ki?" diye sordu Elizabeth. Se-Joo kafasını aşağı yukarı salladı.
"Ona seni anlatmıştım. Haber vermek için aradığımda birkaç hafta seninle olacağımı da söylemiştim." dedi.
Elizabeth; Se-Joo'nun annesinin, ona bunu söylemesine anlam veremedi. Se-Joo kendisinden bahsetmiş olsa bile sonuçta onu tanımıyordu, neden oğluna söylediği son söz buydu? Hem de böyle bir durumda...
Kafasını yana eğdi. İçinde, tanımlayabildiği kadarıyla, tuhaf ve kötü bir his vardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
valan vlue ☾ düzenleniyor
FantasyAltı parçanın meydana getirdiği denge taşının oluşturduğu dünya dengesini korumak üzere eğitim almış Elizabeth Stacy ve ekibi, insanların aniden kaybolmaya başlamalarıyla birlikte bu esrarengiz olayı çözmek üzere 4 ay boyunca uğraşıyor ancak hiçbir...