18 • deal

26 2 3
                                    

Elizabeth, çenesini dayadığı ellerini kenetlemiş bir şekilde toplantı odasındaki masanın bir ucunda, kocaman bir endişe bulutunun tam ortasında oturuyordu. Olanlara bir açıklama getirebilmek için zihnindeki her bir düşünce kırıntısını tekrar ve tekrar değerlendiriyordu.

"Felix Robertson. Onaylandı." sesiyle odanın kapısı açıldı. Felix ve hemen arkasından Se-Joo odaya girdi. Elizabeth kafasını çevirip Se-Joo'nun suratına baktığında kafa karışıklığını yüzünden okuyabilmişti.

"Aldığımda boş değildi, eminim." diyerek konuya girdi Se-Joo, diğerlerinin sorularına fırsat vermeden.

"Lawrence sen odadan çıkmadan önce değiştirmiş olabilir mi? Ya da odadan çıktıktan sonra ve bizim yanımıza gelmeden önce herhangi biriyle karşılaştın mı?" diye sordu Daniel, tuttuğu nefesini bıraktı. Herkes gibi o da neler olduğunu çözmeye çalışıyordu.

"Hayır, hayır. Eminim, gerçekten." dedi Se-Joo, kafasını sallayarak.

"Peki söylediklerine ne kadar güvenebiliriz?" dedi Austin, sesi çok derinden gelmişti. Sırtı diğerlerine dönük bir şekilde konuşmaya devam etti. "Bize söylediklerinin doğru olduğunu nerden bilebiliriz? Bizi kandırmadığını nerden bilebiliriz?" dedi kafasını yana çevirerek.

"Ne?" dedi Felix, gözleri irileşmişti. "Sen ne söylediğinin farkında mısın?" Se-Joo kaşlarını çatmış, Austin'e bakıyordu.

"Farkındayım." diyerek bağırdı Austin, diğerlerine doğru döndüğü sırada duvara yumruğunu geçirdi. İçindeki öfkeyi bastırmaya çalışıyor, derin derin nefes alırken göğsü inip kalkıyordu. "Elizabeth onu tanıyor diye biz de onu tanıyormuşuz gibi davranamayız."

"Saçmalamayı kes! Bizim görevimiz için hiç bilmediği bir yere girmeyi kabul etti, hem de canı pahasına." dedi, Austin'in öfkesine karşılık olarak Felix de bağırıyordu. "Bizim yüzümüzden annesini kaybetti."

"Biz de Lexi'yi kaybettik!" dedi Austin, yumruğunu sıktı gözyaşlarından kurtulmak istediğini düşünürken. Felix başını eğdi. "Hepimiz ona güvendik ama her şeye rağmen başından beri bu işin içinde olmadığından nasıl emin olabiliriz?" derken sesi titremişti.

Elizabeth, boğazını temizledi ve derin bir nefes aldı. Yüreğine yer etmiş uçsuz bucaksız öfke çukurunu izlerken, bir yandan saçlarının arasından esen rüzgarın dinginliği vardı sanki üstünde.

"Öncelikle hepinizin sakin olmasını istiyorum. Kavga ederek hiçbir yere varamayız, siz de biliyorsunuz." dedi sırayla herkese bakarak, kafasını salladı. "Lütfen." dedi, Austin'in gözlerinin içine bakarken.

"Jack Dawson. Onaylandı." sesiyle kapı tekrar açıldı ve Jack içeriye adım attı.

"Asıl sorgulanması gereken kişi geldiğine göre başlayabiliriz. Lütfen herkes otursun." dedi Elizabeth bunun üzerine, bir eliyle sandalyeleri işaret ederek.

"Anlamadım." dedi Jack soru sorarcasına, Elizabeth'in tam karşısında duran sandalyeye oturduğu sırada.

"Anladığını düşünüyorum, birbirimizi kandırmayalım." dedi Elizabeth, arkasına yaslandı. Artık açık konuşmanın tam vakti olduğu ortadaydı. Jack, bakışlarını bir an olsun Elizabeth'ten ayırmadı.

"Jack'in hain olduğunu mu düşünüyorsun?" diye sordu Daniel.

"Tüm ihtimalleri değerlendiriyorum. Jack yaptıklarına bir açıklama getirmediği sürece de elimizdeki ihtimallerden biri olmaya devam edecek. Eğer seni zorlamasaydık bize olan bitenlerle ilgili bilgi vermeye niyetin yoktu. Sombda'nın Hayaleti, Soleilune, Lawrence, yeraltına gitmek... Her şey. Ama önce şununla başlayalım: Haritayı Lawrence'tan alabileceğin bilgisini sana kim verdi?" dedi ve cevabını beklemeye başladı.

valan vlue ☾ düzenleniyor Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin