media: Jesse ve Celine
"Paris bir şehir değil, bir dünya."
🇲🇫
Grace ve seyahat arkadaşı Luke kızın çıktığı mekandaki buluşmalarından sonra gece yarısı uçağına binmiş, yedi buçuk saatlik uçuşun neredeyse hepsini uyuyarak geçirmişlerdi. Zaman farkından dolayı Paris'e öğlen indiklerinde hemen onları bekleyen kiralık arabaya atlayıp Luke'un şoförlüğü eşliğinde otellerine gitmişlerdi.
İkisinin de uyku sorunu olmadığından birlikte öğle yemeği yiyerek günlerini planladıktan sonra rahatlamak adına bir duş almışlardı ve şimdi Grace Luke'un hemen yanındaki odasında ilk gezileri için hazırlanıyordu.
Üzerindeki bornozu çıkarıp iç çamaşırlarını giyerken tatlı esintinin geldiği açık penceredeki manzara dikkatini çekmişti. Eyfel Kulesi bütün ihtişamıyla orada duruyordu ve kız bu anı hep hayal etmişti.
Bu şehre gelmeyi ve bu kuleyi canlı gözleriyle görebilmeyi.
Mutlu bir şekilde gülümseyip kot pantolonunu ve siyah boğazlı kazağını giymesinin ardından saçlarını kurutup kırmızı ruj sürdü. Siyah botlarını giyip sırt çantasını daha küçük bir şeyle değiştirirken kapı tıklanınca Luke'un geldiğini fark etti.
Hızlı adımlarla kapıyı açıp tekrar çalışma masasına yöneldiğinde telefonunu cebine koyup çantasıyla rujuna uygun renkteki uzun ince ceketini alıp arkasını döndü. Gördüğü Luke karşısında şaşırmadan edemezken sarışın çocuk kapının pervazına yaşlanmış onu izliyordu. Siyah pantolonu ve koyu yeşil gömleğinin içinde normalindan daha iyi duruyordu.
- Hazırsanız gidelim güzel leydim.
Paris havası herkese bir şeyler yapmıştı sanırım.
İki genç Eyfel Kulesi manzaralı, biraz lüks olan otellerinden ayrılıp kiralık arabalarına bindiklerinde mesafeleri epey kısa olsa da Grace yine de müziği açtı. Kulaklarını Fransızca eğlenceli bir şarkı sararken camdan Paris sokaklarına baktı.
Aylar öncesinde planlanmış ve hiçbir masrafın gözden çıkarılmadığı mükemmel bir şehir turuydu şu anda başladıkları şey. Her anı doluydu ve tamamen Grace'in hayallerine göreydi her şey. Gezecekleri her yer, çekecekleri her fotoğraf, dinleyecekleri her şarkı kızın hayallerini gerçekleştirmek adına yapılacaktı.
Bir süredir hep hissettiği gibi hayallerini de yalnız gerçekleştireceğini düşünürken henüz yeni tanıştığı ev arkadaşının onunla gelmek istemesi ve yalnızlığından kurtarması onun için şimdiden bile çok şey ifade ediyordu.
Çünkü Tanrı bilir, Grace'in hayalleri mükemmel şeylerin yakınlarındaydı ve onları tam da kafasındaki gibi yapmadan gerçekleşmiş saymazdı.
Çok da lüks olmayan arabaları ilk duraklarının yakınlarında bir yerde durduğunda ikisi de indi ve birkaç dakikalık yürüyüşün ardından durup büyük bahçenin ortasındaki ihtişamlı Notre Dame Kilisesine baktılar.
- Vay be, bu kadar büyük bir şey beklemiyordum.
Luke'un yorumuyla Grace gülüp elini tuttu ve kiliseye doğru çekmeye başladı. Gezilerine geç başladıkları için gezecek yerlere göre çok zaman kaybetmişlerdi.
İki ev arkadaşı kiliseye girdiklerinde bakışları direk tavana çıkarken figürleri ve süslemeleri inceliyorlardı. Açıkçası kız buraya gelmeyi planlamıyordu, bu yüzden yangından sonra olanları çok araştırmamıştı. Yine de asıl mihrap ve sıralar duruyordu. Hasar alan yerler daha da arkada ve ikinci katta olmalıydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
to die for // hemmings
Fanfiction- senin için tek dileğim bir dileğim var. umarım seni delilik noktasına kadar sevecek olan hayatının aşkını bulursun Luke. kız arkasını dönüp kapı koluna uzandığında çocuk son gücüyle bağırdı. - hayatımın aşkı sensin! 🗽 9 milyonluk bir şehir ve iç...