11

5.5K 502 152
                                    

-2 hafta sonra-

Taş yolda koşan at arabalarının çıkardığı ritmik sesler insanların gürültüsüne kavuşuyor, küçük kasaba kendi kendine doğal ezgiler üretiyordu. Çok fazla kişi olmasa dahi, her daim meşgul ve aceleci görünen insanlarla doluydu burası. Yıllanmış suratlarındaki yorgun ifadeyle ürünlerini satmaya çalışan çiftçi kadınlar, oradan oraya koşturan küçük çocuklar ve gösterişli kıyafetleri içinde gezinen zengin soylular...

Birçok farklı yaşamı bünyesinde barındıran bu kasaba, Jimin için değerliydi. Doğup büyüdüğü bu memleketi iyisiyle kötüsüyle seviyor ve benimsemekten geri kalmıyordu. Bu yüzden kalabalığın en yoğun olduğu caddelerin
birinde gezerken, kendini oldukça keyifli hissediyordu.

Tabii bu mutluluğunun sırrı sadece caddede öylesine yürümekten ibaret değildi. İçten içe aşık olmanın getirdiği o tatlı hisler, Jimin'i sürekli gülümsemeye ve mutlu olmaya itiyordu. Jungkook'la birlikte olmaya başladığı günden beri, hayatını daha değerli hissediyor ve kendine yeni amaçlar edinmekten mutluluk duyuyordu. Önceden tek derdi kendini geçindirmek ve hayatını sürdürmekten ibaretti. Yalnız ve spontane bir yaşamı vardı Jimin'in. Ancak şimdi küçük bir aileye sahipti. Her şeyden çok sevdiği, yakında eşi olacak aşkı ve de minik bir kızı vardı artık.

Jungkook'la birlikte konuşmuşlar ve evliliklerinden sonra Haewon'u tamamen kendi himayelerine almaya karar vermişlerdi. Bu zamana kadar Yoongi ona layıkıyla bakmış olsa da, artık onu tüm kötülüklerden koruyacak iki babası vardı küçük kızın. Ömrü boyunca babalarının her şeyinden yararlanmasını ve eksik büyümemesini istiyordu ikisi de.

Aklında canlanan aile tablosuyla gülümsemesini biraz daha büyüttü Jimin. Başı yere eğik bir şekilde yürüyordu ve siyah saçlarının üzerinde duran şapka yüzünün büyük kısmını kapatıyordu ancak dolgun dudaklarında asılı olan gülümseme ister istemez insanların dikkatini çekiyordu. Bu yüzden yanağının içini ısırmak zorunda kaldı.

Buraya gelirken aklında Jungkook için düğün hediyesi bakmak vardı fakat dakikalarca dolaşmasına rağmen bir şey bulamamış, umudunu kesmişti. Biraz da Haewon için küçük bir hediye bakacak ve sonra eve dönecekti. Ufak gezintisinden memnun olsa dahi fazlasıyla yorulmuştu.

Gelişigüzel etrafına bakınırken, gözüne çarpan kolyelerle o tarafa yöneldi hızla. Renk renk taşlardan yapılan, ince zincirli takılar şimdiden cezbetmişti onu. Hevesle inceleyip, Haewon'a en çok hangisinin yakışacağını düşünürken, omzuna dokunan bir el ile yerinde sıçramıştı hafifçe. Anında arkasını döndü. Yüzünde garipseyen bir ifadeyle, karşısında dikilmiş iki adama bakıyordu şimdi.

"Park Jimin?" dedi adamlardan biri. Orta yaşlarda, esmer biriydi. Sert yüzü ciddi bir ifade ile kasılmıştı ve eli hala Jimin'in omzundaki yerini koruyordu.

"Evet?"

Omzundaki eli yavaşça itti ve kaşlarını kaldırdı. Adamların yaydığı güvenilmez aura, midesine ufak kramplar sokuyordu. Jihyo'dan sonra, bu tür durumlar karşısında geriliyordu. Yine de yüz ifadesine bir şey yansıtmamaya özen gösterdi.

"Size babanız hakkında birkaç soru sormamız gerekiyor."

Yine aynı adam konuşmuştu. Jimin, polis olup olmadıklarına bakmak için gözlerini onlarda gezdiriyordu ancak tamamen sivil gözüküyorlardı. Bu anlamsız soru karşısında daha da gerildiğini hissetti.

"Babamı nereden tanıyorsunuz? Ve siz kimsiniz tanrı aşkına? Benimle dalga falan geçiyor olmalısınız."

"Babanızla ufak bir meselemiz var."
Jimin'in sorularını umursamadan devam etti. Tek eli uzun paltosunu hafifçe kaldırdı ve belinde takılı olan silahı, karşısındaki genç adama gösterdi hafifçe. Jimin'in küçük gözlerinden geçen ani korku parıltısıyla, yüzünü ukala bir gülümseme kaplamıştı yabancının.
"Şimdi zorlaştırma ve söyle. Baban nerede saklanıyor?"

daddy lessons, kookminHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin