altı;
park chanyeol'lar yüzünden nesli tükenen byun baekhyunlar, ve yılın ilk kar tanesi
İnsanoğlu olmayan biri hamile bir file ananas içine koyduğu bir patlayıcıyı yedirmiş. Zavallı fil, bebeği ile acı çekerek ölmüş. Kalbim çok kırgın. Avustralya'da ormanlar yanmış. Koalalar kül olmuş, kangurular insan tuzaklarından kaçamamış sevimli koalalarla aynı kaderi paylamış. Çok uzaklarda bir yerde insanlar açlıkla ölmüş, adamın biri bunu sadece görüntülemekle yetinmiş. Kalbim çok kırgın. Gezegenin son erkek samatra gergedanı ölmüş, fakat o küçük gergedanlar pandalar kadar sevimli olmadığı için büyük ihtimalle bir haber değeri bile taşımadılar.Gezegenin bir başka cehenneminde yaşayan Byun Baekhyun'ların da nesli tükeniyordu. Kimse bilmez belki ama ondan da bir tane vardı, kimse görmüyordu. Kalbim yine çok çok, çok kırgın.Panda olsam, görülür müydüm? Sanmam. Zira yanları başındaydım fakat kimse gözlerimin içine bakınca içimde kopanları fark etmiyordu. Hayır, iyi bir oyuncu olduğumdan değil. Evet iyi bir yalancı olduğum bir gerçek ama hayatımda ilk kez onlara karşı dürüsttüm fakat kimse görmüyor, kimse sormuyordu. En çokta o. Beni kimsenin bilmediği lanetli bir ormana güzel vaatlerle sokan ve sonrasında kaçıp yalnız bırakan o. Park Chanyeol.
O gün tüm yaptığım odamda ki aynaları kaldırmak oldu. Çünkü aynada gördüklerimden korkuyordum. Korktuğum şey, kilo vermiş cılız bedenim değil. O bedenin içinde patlatamaya hazır bir şeyler vardı ve bu tamamen beni dehşete düşürüyordu. Kendime saygım kalmamıştı, kendimle ilgili hiçbir şeye katlanamıyordum. Her gün kendime bugünün daha güzel olacağına dair yalan söylüyordum ama hiçbir şeyin daha güzel olduğu falan yoktu.
Bu hayatta boktan bir şey varsa o da yaptığın her eylemin farkında olmaktı. Ben yaptığım her şeyin farkındaydım ama neden böyle olduğumu anlamıyordum. Benim yıkıp yerle bir etmesine neden izin veriyordum? Onunla niye savaşıyordum? Şartlar eşit falan da değildi. Benim silahım yoktu, o ise en büyük silah olarak kendini kullanıyordu.
Mıknatıs gibiydik. Beni her seferinde kendinden en uzak tarafa doğru itiyordu ve sonda bir an da hiç beklemediğim bir zamanda kendine çekiyordu ve ben onla her çarpışmamda en büyük yaralarımı açıyordum. O ise yaralarımı açarken kaya gibi dimdik karşımda duruyordu. Bir gök gürültüsünde daha inleyip yastığa sarılırken Chanyeol her ne kadar yanımda olsa da ruhunun burda olmaması beni çok daha da geriyordu. Karşımda cansız manken gibi yatıyordu ve bu beni daha da çok ürpertiyordu. Yani bir insan nasıl bu kadar tüm duygularını gizleyebilir ki? Chanyeol'un bir sürü maskesi vardı ve bu maskelerin ardındaki yüzü göremiyordum. Zaten artık görmek istediğimi de sanmıyordum.
Şu an tek istediğim ona sarılmaktı ama ona dokunmamdan deli gibi nefret ettiğini bildiğim için kollarımı birbirine dolayıp gece lambasının ışığının altında sessizce uzanmış ondan olabildiğince uzakta duruyordum. Bu hayatımda bir rutin haline gelmişti. Park Chanyeol, gündüzleri beni görmezden gelir sanki hiçbir şey yaşanmamış gibi takılır, eğlenir geceleri kafası eserse evime gelir sonrasında sevişip çekip giderdi. Bazı geceler yanımda kalır ama ona dokunup sarılmama izin vermezdi. Duygusal olacak tüm hareketlerden kaçındığının farkındaydım.. Sarılmak istediğimi söylesem hiçbir şey demeden çekip giderdi. Bu kadar. Sonra yine aynı şeyler eski bir film kasetindeymişiz gibi tekrarlanır durur. Tıpkı bu geceki gibi. Fakat bu gece diğerlerinden biraz farklıydı çünkü, bugün deyim yerindeyse yanımda kalması için ona yalvarmıştım. Halbuki gök gürlemesinden onun gitmesinden korktuğum kadar çok korkmuyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Paper Cuts [bbh + pcy]
Fiksi Penggemar"Osamu Dazai, zayıf insanlar mutluluktan bile korkarlar. İplikle bile yaralanırlar diyor. Ben seni sevmekten bir an bile korkmadım, sana aşık olmaktan da korkmadım. Ben seni bir serçe parmağı ne kadar çok sevilirse o kadar sevdim ve umarım Chanyeol...