Jimin ertesi sabah irkilerek uyandı. Başka bir beden kendi bedenine baskı yapıyor gibi değil de yıllar geçmiş gibi hissediyordu, çarşafların altındaki parmakları kenetlenmiş ve uzuvları birbirine karışmıştı. Hızlıca gözlerini kırpıştırdı, neler olduğunu kavramaya çalışıyordu hala. Her şey kızgın bir şekilde üzerine çullandı; dillerini birbirlerine vurarak öpüşmeleri, yavaşça un ufak olmaları ve yumuşak, kesik inlemeleri.
Jimin'in yanakları yalnızca hatırladıklarıyla kızardı, kızarıklık boynundan ensesine kadar yayılmıştı. Sarsılarak Jungkook'tan uzaklaştı.
"N-ne?" dedi genç olan hareketlenmeyi hissedince- uykusunda bile sesi parçalanıyordu. "Ne oluyor?"
"Hiçbir şey." Sesi aceleciydi, mesaisine geç kaldığını fark edip kendine yabancı olan yataktan inmeye çalıştı. Kafasını yatağa paralel olan dolaba çarparken neredeyse kendi ayağına takılıp düşüyordu. "Sikeyim."
Büyük olan uzun zamandır kimseyle uyumamış, Seul'e taşındığından beri başka bir erkeği öpmemişti. Kendine acımadan, dinlenmek için zaman yaratmadan çalışırken diğer yarısını -özellikle aynı cinsten- bulma şansı oldukça düşüktü. Bu kavram onun için garip bir hal almıştı. Jungkook'a aşık olabilir miydi? Tüm bunların anlamı bu muydu?
Jungkook seslerle birlikte tamamen uyandı, dirsekleri üzerinde kalkıp uykulu bir şekilde gözlerini ovdu. "Siktir, Jimin. İyi misin?" Sesi şaşkın çıkmıştı. Yeniden odaklandığında ve Jimin'i aceleyle giyindiğini görünce yüzü düştü. "Oh."
Jimin nasıl göründüğünü fark etti, durumu toparlamak için oldukça hızlıydı. "Hayır, hayır. İşe yetişmem gerek."
Yüzüne kolayca bir gülümseme yerleştirdi. "Bu kadar erken mi?" Boğuk sesi Jimin'in midesinin kasılmasına neden oldu.
"Kapıları açmaktan bugün ben sorumluyum."
"Ah, peki. Ben de hazırlanayım o zaman."
Jimin dolaba çarptığı kafasını ovuştururken itiraz etti. "Uyumaya geri dön, Jungkook. Gerçekten sorun değil."
"Keşke dönebilsem," dedi hafifçe kıkırdayarak, vücudunu örtülerin altından çıkarıp kollarını esnetti. "Mina bu saatlerle okula gittiğinden şimdiye kadar çoktan uyanık olurdum zaten."
"Onu okula göndermeyeceksin, değil mi?"
"Elbette göndermeyeceğim. Sanırım biraz dinlenip iyileşmesine izin vermeliyim."
Küçük kızı düşününce Jimin'in kalbi tekledi. Cesurca bir davranış göstermiş, burkulan bileği bandajlanırken ağlamasına rağmen kendini normal davranmaya zorlamıştı. Çok küçük olsa da Mina babasının acısını hissedip ağırbaşlı olmuştu. Birbirine güvenen kusursuz bir ikiliydiler.
"Güzel. Sen de biraz gevşe olur mu?"
Jungkook, Jimin'le arasındaki mesafeyi kapatmadan önce pencerenin önünde dikilirken belli belirsiz hımladı. Genç olan kendisine dokunduğu an heyecan Jimin'in kemiklerine kadar yayılmıştı, parmak uçları kolunu okşuyordu ve kendiliğinden ona doğru eğilmişti. Basit bir dokunuştu ama Jimin'e mutlak bir haz veriyordu.
Tamamıyla zayıf bir anında başını Jungkook'un omzuna yasladı.
"Dün gece yaptığımız şey..." Jungkook konuştuğunda sesi neredeyse kaygılı ve Jimin'in onu daha yakına çekip ağzının kenarına saf bir öpücük bırakması için yeterince acınasıydı. "Mina doğduğundan beri böyle bir şey yapmadım. Sadece... senin için sorun değildir umarım?"
Dün gece, her anını hatırlatarak zihnine akın etti. Jungkook temkinliydi. elini nereye yerleştireceği, öpüşmelerinde dilini ne kadar kullanacağı hakkında çok düşünmüştü. Dikkatliydi, her şeyi mükemmel bir şekilde yaptığından emin olmuştu, böylece Jimin onu itmemiş aksine ona daha da yaklaşmıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Moves Like Magic • Jikook
FanfictionJungkook'un kızının baleye ciddi bir takıntısı vardır ve dersler alıp bir balerin olmakta kararlıdır. Park Jimin ise bölgedeki dans akademisinin bale öğretmenidir ve dört yaş grubuyla ilgilenmekten çok daha memnundur. Jimin'in varlığı, Jungkook'un i...