Jungkook sert havada stüdyonun dışında beklerken titreyerek ellerini cebine soktu. Yüzünü acımasız rüzgara karşı bir maskeyle örtmüştü, kulaklarını kapatan şapkası da saçlarını geriye itmişti. Bu plansız buluşma için iyi görünmeye çalışmış ve hatta bunun için Taehyung'dan yardım bile istemişti.
Jimin'e burada olduğunu haber vermek için ona mesaj atmak üzereyken akademinin kapısı açıldı ve Jimin göründü.
Rahat bir şeyler giyiyordu, leotardını ve taytını gri bir eşofman altı ve vücudunu saran bir hoodie ile değiştirmişti. Sarı saçları dağınıktı, yan tarafa toplanmıştı ve gözlerinin altında belirgin koyu halkalar vardı. Darmadağın görünüyordu, ağır uykusuzluktan dolayı yorgundu ama Jungkook'a göre gözle görülür bir şekilde yumuşamıştı. Hatta gülümsemeyi bile başarmıştı.
"Hey," diye selam verdi onu işaret parmağıyla stüdyoya çağırırken. Gözleri Jungkook'u baştan aşağı süzdükten sonra gözlerinde durdu. "İyi görünüyorsun."
Jungkook kızarmak istememişti, gerçekten istemedi. "Öyle mi?"
"Evet ama her zaman öyle görünüyorsun zaten." diye iltifatını reddetti hemen, geçmesine izin vermeden önce açmak için kapıya uzanırken. "İçeri gel."
Şu anda akşamdı, akademi öğleden sonraları daha boştu ve koridora yerleşen atmosfer önemli ölçüde farklılık gösteriyordu. Daha rahat ve sessiz. Resepsiyonda çalışan personel mesaisi için saat tutuyordu, lobide hafif bir müzik çalarken ortadan kayboldu. Işıkların çoğu karardı ve görüş açılarını biraz köreltti.
"Genellikle bu zamanlar sadece ben ve Hoseok oluruz." diye açıkladı Jimin onu arkaya, kendi stüdyosuna doğru yönlendirirken.
Odanın içinde Hoseok ve Jungkook'un daha önce görmediği başka bir adam vardı. İkisi yere bağdaş kurarak oturmuş kahve içiyor ve kendi aralarında sohbet ediyorlardı. Hoseok odaya girince kafasını kaldırıp onlara baktı, yüzü Jungkook'u görünce aydınlandı.
"Hey," diye selamladı. "Biz de şimdi gidiyorduk, merak etmeyin."
"Sorun değil," Jungkook hemen hoşgörüyle karşıladı. "Gitmenize gerek yok."
"Hayır," Jimin araya girdi. "Bırak gitsinler, sinir bozucular." Jungkook'un tanımadığı adamı işaret etti, küçüktü ama sessizdi ve bu neredeyse korkutucuydu, etrafı güçlü doğal bir aura ile çevriliydi. "Yakın arkadaşlarımdan biri, Yoongi hyung."
Her nasılsa Yoongi'nin ilk baştaki düz ifadesi kendini tanıtırken sıcak ve nazik bir gülümsemeye dönüşmüştü. Kahvesini içmeye devam etmeden önce 'merhaba' diye mırıldanarak elini salladı. İkisi sonrasında daha fazla ortalarda dolanmayıp, sıcak içeceklerini odadan hızlı bir şekilde çıkmadan önce bitirmişler ve veda etmişlerdi.
Yalnız kaldıklarında, Jimin arsız bir sırıtışla ona yaklaştı.
Bu Mina'nın doğumdan itibaren Jungkook'un şimdiye kadar yaptığı en 'pervasız' şeydi. Akşam erken saatlerce dışarı çıkmayı bırakmıştı, gecenin geri kalanını kızıyla beraber geçirirdi. Her zaman alkole ya da partilere düşkün olmaktan ziyade Mina ile kalmayı tercih etmişti, hiçbiri ilgisini çekmiyordu. Mina olmadan en son ne zaman bu saatte dışarı çıktığını hatırlamıyordu.
Jimin en sıradan ve en doğal yolla onun genç hissetmesini sağlıyordu, Jngkook'a yirmi bir yaşını hissetmesine izin vererek.
"Çaresizce dansımı görmek istiyorsun, değil mi?" dedi Jimin kaşını kaldırarak, ses tonu özgüvenle bağlanmıştı.
Önünde duran adam çekiciydi ve her şekilde şehvetli ama Jungkook'un kalbinin nazikçe hızlanmasına neden olacak şekilde. Jimin'e direnmek zordu. Yakınlaştıklarında bile gözlerini Jimin'den alamıyordu, elleri ona uzanıp dokunmak, şeytana uymamak, için kaşınmaya başlamıştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Moves Like Magic • Jikook
FanfictionJungkook'un kızının baleye ciddi bir takıntısı vardır ve dersler alıp bir balerin olmakta kararlıdır. Park Jimin ise bölgedeki dans akademisinin bale öğretmenidir ve dört yaş grubuyla ilgilenmekten çok daha memnundur. Jimin'in varlığı, Jungkook'un i...