İzmir’den ayrıldığı gün babası elinde küçük bir hediye paketiyle eve gelmişti. Her zamanki çocuksu gülümsemesiyle babasının elinden paketi alıp açtı. Bu üstünde İzmir’in yegane simgesi olan Saat Kulesi işlemeli bir anahtarlıktı. Anahtarlığa boş boş bakan Evrim’e babası ‘ Oradaki evine her girdiğinde İzmir’i hatırla yani bizi hatırla’ diye açıkladı. Evrim bunu düşünerek yaklaşık bir saat kapının önünde ,sanki annesinin karınındaki o huzura geri dönmek istermiş gibi, cenin haline bürünüp ağladı. Babasının yeni doğmuş bir kuzu kadar masum kızının artık avcı bir hayvan olduğuna mı yansın yoksa dün geceden kalan düşüncelerini bir yandan silmeye çalışırken bir yandan da ne olduğunu tam hatırlayamadığına mı kendiside bilmiyordu.
Başı artık çatlamak üzereydi dolaptan bir ağrı kesici alıp içti. Dinlenmesi gerekiyordu ama dün geceye dair ne yaşandığını kendiside tam hatırlamıyordu ve bu onu daha da korkutuyordu. Koltuğana sırt üstü uzandıktan sonra ‘ Ben daha dün gece ne halt yediğimi hatırlamıyorum ne kadar aptal bir kızım’ dedi ve yine beyninin o karanlık ve soğuk sularına daldı. Kendince dün gece olanları tek tek düşünmesi gerektiği kararına vardı.
Saat akşam yediyi gösteriyordu Buğra’yla şehir merkezinde buluştuklarında. Birlikte orta halli sayılabilecek bir yerde su böreği yemişlerdi daha sonra saat gecenin karanlığına hızlı adımlarla ilerlerken adı Kırmızı olan bir bara gitmişlerdi. Normalde adeti değildi Evrim’in çok içip sarhoş olmak ama o gece sanki birşeyin habercisiymiş gibi kendinden geçmek istedi. Bundan sonrasında bir tek taksiye binerken kustuğunu ve Buğra’nın odasında soyunduğunu hatırlıyordu birde sabah yatakta gördüğü kan lekesini. ‘Sevişmişsin çocukla dahası ne, neyi hatırlamaya çalışıyorsun’ dedi ve aklına o an sanki gökten bir silahla fırlatılmışcasına beynine girip acıtan bir şey geldi aklına Buğranın duvarlarındaki kırmızı kan lekeleri. Gözleri istemsizce büyüdü ve ne yapacağını bilmez bir şekilde ‘ Allah kahretsin ne yaptım ben’ dedi. Evet Evrim’in gördüğü yataktaki kan kendi masumiyetinin değil Buğra’nın kanıydı.
Hızlıca ceketini ve ayakkabılarını giyip çıkardığı esere tekrar bakmak için Buğra’nın evinin yolunu tuttu. Bütün o yorgunluğun ve kasıklarında hissettiği acının biriyle sevişmekten değil birini öldürürkenki boğuşmalardan kaynaklandığını fark etti yolda yürürken. Şimdi daha iyi anlıyordu gözüne çarpan kırmızı renklerinin onu neden bu kadar rahatsız ettiğini. Karın yollara dolup taşması ona engel olamıyordu adımlarını hiç düşünmeden atıyordu. Daha doğrusu bunları düşünmek aklının ucundan geçmiyordu.
Dolmuştaki buhulanmış camlarla göz göze gelmekten çekindiği gibi apartmanın girişindeki aynayıda görmezden gelip asansöre bindi. Kendine bakmaktan korkuyordu çünkü baktığında şeytanın bir tür yansımasını göreceğini düşünüyordu.
Kapıya hızlıca vurmaya başladı bir yandan da zili çalıyordu ama ses yoktu saniyeler onun için geçen yüzyıllar kadar yavaştı ve aklına geldi ölü biri nasıl kapıyı açabilirdi ki? Kapının karşısında donup kalmıştı, peki şimdi ne olacaktı? Babasını arayıp olanları anlatmalı mıydı yoksa şehiri terk edip bir yerlerde saklanmalı mıydı? En doğrusunun polisi aramak olduğuna karar kıldı ve 155 ‘i tuşladığı esnada kapının kilidinin can çekişir bir halde açıldığını duydu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Kendimi Aynalarda Ararken
Teen FictionHikayemizin ana karakteri Evrim`in hayatin aynalari arasinda akip giden yasami ve bir sure sonra bizi cikmaza iten olaylar diziniyle ilk bakista klasik gozuken daha sonra ise yok artik dedirtecek bir hikayeyle basliyoruz...