5

13 1 0
                                    

  Aralık ayının son günlerine yaklaşıken Buğra ödevini bitirebilmek için hızlı adımlarla evine doğru yürüyordu. Karın yağışı iyiden iyiye artmaya başlamıştı. Üstünde haftalardır uğraştığı bir mekanın aydınlatılması ödevini kara yemesi için tepsiyle sunamayacağından hemen görünürdeki bir kafeye girdi. İçeride üç beş çift vardı birde kurulmuş kuzine sabanın yanındaki masaya oturmuş garip ama tatlı bir kız. Sobanın diğer tarafınfdaki masayada kendi oturdu amacı aslında kıza yakınlaşmak değil kendini ısıtmaktı. Bir tane filitre kahve söyledi ve her zamanki gibi babasını söylenmeye başladı ‘Ah baba yaktın beni şu düştüğüm hale bak’. Söylenmekte haklıydı doğrusu çünkü Buğra’nın küçüklükten beri tek hayaliydi mimar olmak aynı babası gibi. İleride babasının şirketini devralmak istiyordu taki üniversite sınavı geçtikten sonra babasının kurduğu ’ Hiç birimiz buralara tepeden inmedik sende benim çabalayıp şirketini kuracaksın. Ama unutma hiçbir zaman benim rakibim olamazsın’ cümlelerini işitene kadar. Bu onun canını yakmıştı tercihlerini değiştirip iç mimar olmaya karar verdi çünkü biliyorduki babasıda ,hemen hemen tüm mimarlarda oluğu gibi, iç mimarlardan hiç hoşlanmıyordu. Hatta Buğra bölümü kazandıktan sonra birçok kere parayla onu tehtit etmişti ama oğlunun onu dinlemeye hiç niyeti yoktu. Başının dikine gitti biraz burunu sürtüyordu ama hiç birşey onu kararından çeviremedi.

   Bu şehire ilk geldiğinde babası ilk üç ay para yolladıktan sonra bir anda tüm parayı kesmişti. Buğra’nın bu durumdan barda hesap öderken ‘Beyfendi kartınız iptal edilmiş’ sözleriyle haberi olmuştu. Üstüne birde üç tane fili andıran adam tarafından bir güzel dayak yemişti. Artık o geceyi aklından çıkaramıyordu.

  Hayatı boyunca peşinde birileri koşmuş ve para sayesinde hep birileri arkasını toplamıştı peki ya şimdi ne yapacaktı? İnternette ne iş yaparım diye düşünürken bir mankenlik ajansının reklamını gördü. Dönüp solundaki aynaya baktı kendini yakışıklı buluyordu. Doğrusu bulmaktada haksız değildi o kesikin yüz hatları, derin yeşil gözler ve açık alınla bir hayli iyi gözüküyordu. Hemen ajansa başvurdu sonuçta kolay paraydı böylelikle saatlerce bir kafede garsonluk yapıp günde yirmi beş liracık almaktan kurtulmuştu. Ajansın geri dönüş yapması çok uzun sürmedi. Buğra mesajı okur okumaz gözleri büyüdü ve içini sevinçle karışık hüzün kapladı. Çünkü mesajda kabul edildiği ve iki gün sonra yapılacak çekimler için İstanbul’a beklendiği yazıyordu. Yol parası için bir çözüm bulmalıydı. Hemen en yakın arkadaşlarından utana sıkıla yardım istedi. Bir arkadaşı ancak trene yetecek kadar para vermişti. Buğra hemen gara koşup bilet aldı ve eşyalarını hazırlmak için eve döndü.

 Trenin kalkmasına beş dakika vardı aynanın karşısındaki mükemmeliğine bakıp ‘ Bir gün tipin işe yarayacakmış’ diye iç geçirirken. Koşarak trene bindi ve İstanbul’a doğru yol almaya başladı. Bir ara dalmıştı taki vücudunda bir elin gezdiğini hissedene kadar. Birden irkildi ve o elin sahibini aradı gözleri cam kenarında oturan kızdı bu. Buğra’nın uyandığını fark edince hareketlerini daha da sertleştirdi fakat bu durumdan utanan tek kişi Buğra’ydı. Yüzü kıpkırmızı olmuştu. Hemen oradan kalkıp başka bir yere oturdu ve İstanbul’a varana kadar gözlerini bir saniye olsun kırpmadı.

  Neyseki ergenliği İstanbul’un yedi tepesi arasında geçmiştiki bu şehiri iyi tanıyordu. Yoksa on sekizinde genç bir çocuk İstanbul’un karanlığının altından kalkamaz. Hemen Beyoğlu’na doğru yola çıktı saatler trafikle birlikte iyicene hızlanmıştı geç kalmaktan korkuyordu. Adres belliydi fakat bir ajans için çok Beyoğlu’nun çok ters bir köşesindeydi. Zar zor sora sora buldu binayı fakat ne bir tabela vardı ne de reklam. Adreste yazan kapıyı gidip çaldı. Delikten bir gözün baktığını fark etti ve arkasından derin ve boğuk bir sesin ‘Bu o’ dediğini duydu. Ne demek bu o bir tek ben mi başvurmuştum acaba diye düşünüyordu Buğra kapı açılıp kafasına yediği darbenin acısını hissedene kadar.

Kendimi Aynalarda ArarkenHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin