Episode #6

16 5 3
                                    

Gu Jing Sune Min, nereye gitmesi gerektiğini biliyordu. Ardından onu takip eden Taehyung'un gerginliğini hissetse de bir şey demeden ağır ağır ilerledi. Ormanı avcunun içi gibi bilirdi. İnsanlar tahrip etmeden önce yuvasıydı burası. Son 100 yılda çok şey değişmişti. Dünya, insan ırkı yüzünden değişiyordu. Bir çok ağaç kesilmiş bir çoğu da onların gidişiyle hayata küşmüştü. Yaban kirazları eskisi gibi mor değil artık pembe çiçek veriyordu. Ne kadar severdi halbuki mor çiçekleri. Durdu ve attan indi. Koca Söğüt ağacının gövdesine dokundu ve kapattı gözlerini. Siluetler belirmeye başladı zihninde.

-Hey Matsu! Ne kadar çok şikayetin varmış.

Gözleri kapalı bir şekilde ağacın arkasına gitti. Elini ağacın gövdesindeki kılıç yarıklarında gezdirdi. Hala gözleri kapalıydı. Başını yukarı kaldırdı. Ağaç şikayet ediyordu insanları. Dalını nasıl kırdıklarını anlatıyordu. O kıvrımlı iç içe geçmiş ince dallarını nasıl vura vura birbirlerinden ayırdıklarını anlatıyordu. Gumiho'nun gözlerinden iki ırmak akıyordu sanki usul usul. Taehyung atından inip, yanına gitti. Omzuna dokunduğunda gözlerini açtı Gu Jing Sune Min.

-Ben onunla doğdum biliyor musun?

Gözlerini sildi.

-Hadi gel. Sana kim olduğumu anlatayım.

Taehyung, büyük ağacın kaç yıllık olduğunu kestirmeye çalışıyordu. Gumiho, sarmaşıkla kaplı kayalığa doğru yürüdü. Sarmaşığa dokunduğunda, Taehyung'un aklını yitirmesine sebep olacak bir şey oldu. Sarmaşıklar sakin sakin kenara çekilmiş, kayalıktaki oyuğu ortaya çıkartmıştı.

-Bu... Deliriyor olmalıyım.

Gumiho güldü ve önden içeri girdi.

-Hadi gel. Birazdan kapatır kendini.

Taehyung içeri girdiğinde, kısa boylu olanın dediği oldu. Sarmaşıklar, içeriyi karanlık bırakacak kadar sıkıca kapatmıştı oyuğu. Fakat Taehyung, arkasını döndüğünde, tek ışık kaynağının kayalıktaki oyuktan gelmediğini fark etti. Geniş oyuk, içeri girdikçe daha da genişliyordu. Jimin'in yanına gittiğinde, aklını başından gittiğine emindi artık.

-Jimin, burası...

-Benim evim.

Taehyung, etrafta uçusan altın sarısı toz tanelerine baktı hayranlıkla.

-Bunlar nedir?

Gumiho, gülümseyerek karşısına geçti esmer olanın. Elini açıp, altın rengi tanenin eline konmasını bekledi daha sonra elinde kıpraşan zerreciği Taehyung'a uzattı.

-Bu yaşam çiçeği poleni.

Taehyung, kafasında soru işaretleriyle baktı ona.

-Yaşam çiçeği, bizler için önemli Taehyung. Gel otur şuraya.

Gumiho'nun gösterdiği antika gibi duran ahşap, geniş sandalyeye oturdu.

-Benim ırkım: İnsanlıktan çok önce gelmişti Dünya'ya. Türümüzü bir çok farklı şekilde adlandırdılar. Bundan 700 yıl kadar önce, türümü avlamayı zevk haline getirdiler. Türümün benden başka kalan son üyesini, çok değil 25 yıl önce büyük baban Taejong öldürdü.

Taehyung'un gözleri büyüdü.

-İnsanlara göre tehlikeli yaratıklardık. Onlar için canavardık. Ama bak, kim kimi yok etmiş. Ben, yaşayan son Gumiho; Gu Jing Sune Min. İnsanlar tarafından Dünya'da bir başıma yaşamaya mahkum edildim.

-Gumiholar efsane değil miydi? Ninem anlatırdı. Dokuz kuyruklu tilki derdi. Sen gerçekten, hikayeleriyle büyüdüğümüz...

-Evet. Beni görmüştün.

-Ben senin... Senin gözlerini görmüştüm. Bir de arkanda yanan alevi.

Gumiho güldü. Gözlerini kapatıp, ellerini iki yana açtı. Nefesini verdi ve insan formundan çıkıp, Gumiho bedenine bürünü. Taehyung, gerildiğini hissetse de yerinden oynamadı. Alev sandığı şey, Gumho'nun dokuz kuyruğuydu. Büyülenmiş gibi bakıyordu kuyruklarına ve tilki kulaklarına.

-Çok güzelsin...

Taehyung ağzından çıkan şeyi duyunca elleri ile ağzını kapattı. Gu Jing Sune Min, Gumiho formunda zihin okuyabiliyordu. Taehyung'un içinden kendini azarlamasını dinledi. Gülüyordu.

-Şey... Peki ya ağaç?

-Matsudana; bir söğüt ağacı. Çin söğüt ağacı da diyebiliriz. Dünyada kaç tane bu ağaçtan varsa, O kadar Gumiho var demektir. Benim türüm, Dünya'nın tohumundan gelir. Bu ağaçlar da bizim ardımızda bıraktığımız o boşluktan büyüyüverir hemen. Boyu anında bir metre uzar. Biz yaş aldıkça bir dal daha verir. Matsudana'ya zarar veriyorlar. Engel olamıyorum. İçim hep buruk. Çünkü ruhumun bir parçası onda. Gumiho'lar on elementi barındırır içinde, birini ardında bırakır. İşte o bıraktığı elementi köklerine hapseder bu söğütler.

-Etrafına duvar örsek?

Jimin gülümsedi. Köpek dişlerinin uzamış olduğunu fark etti Taehyung.

-Duvarlar insanlar için bir engel değil Taehyung. Öyle olsa ne hırsızlık olurdu ne de savaş. İnsanlar merakla doğmuş. Hep duvarın ardındakini merak eder, ona özenirler.

-Ya Yaşam Çiçeği? O nedir?

-Gel.

Gumiho, Önden yürürken, Taehyung da onun turuncu, kabarık ve sürekli hareket eden kuyruklarını izliyordu. Gumiho yüzünü eğerek gülümsedi. Ve bilerek kabarttı tüylerini.

-İşte bu.

Taehyung hala dokuz kuyruğu izliyordu. Gumiho'nun sesini duyduğunda, yüzüne baktı ve gösterdiği yere döndü. Parıldayan kocaman bir çiçekti bu. Altın rengi tozların çiçeğin etrafında daha yoğun bir şekilde bulunduğunu gördü.

-Her yıl doğum günüme kadar böyle tomurcuk şeklinde kalır. Bir günlüğüne açar ve içindeki yaşam küresini meydana çıkarır. Bize güç veriyor.

-Peki bana bunları neden anlatıyorsun? Daha dün tanıştığın birine bunları anlatman doğru mu?

-Aslında iki gün oluyor. Ve sana güvenmem için büyük bir sebebim var. Bundan sonra nihai görevim: Sensin.

Taehyung, Jimin'e bakarken aklından bir çok soru geçiyordu. Jimin ise bu soruların cevabını vermesi gerektiği zamanı ertelemeyi seçti. Yapılacak çok şey vardı. Öncelikle onu dünyevi şeylerden uzaklaştırıp, burada benliğini bulmasını sağlayacaktı. Yavaş yavaş ilerleyecekti. Onu korkutmadan, sakince.

The Soul Of The White Tiger Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin