3.

84 17 16
                                    

son on dakika içerisinde kaç kez gözlerimi devirdiğimi saymamıştım fakat bu hareketten dolayı gözlerimin yorulduğu kesindi. günlerden cumaydı ve günün son dersindeydim. normalde, hafta sonu geldiği için mutlu olmam gerekirken dersin başından beridir ingilizce öğretmeninin hayat hikayesinden kesitler dinlemeye maruz bırakıldığım için bıkkın hissediyordum. kocam şöyle, oğlum böyle. "bana ne senin aile üyelerinden?" diyemiyorum tabii, ders içine yüksek not girmesi lazım.

konu aile içinden bizim son sınıf olup iyi çalışmamız gerektiğine geldiğinde biraz rahatlamıştım çünkü bu konu değişikliği öğretmenin anlatacak bir şeyi kalmadığında olurdu. ders de işlemeyeceğinden sınıfça emindik, bu yüzden tam uyku pozisyonunu almıştım ki yine sırtıma "tıklatılmıştı". bunu yapanın mark olduğunu öğrenmek için arkama dönmeme bile gerek yoktu, her zaman olduğu gibi iki kere hafifçe dokunmuştu.

mark ilk kağıt parçasını okulun ilk haftasındaki, yine bugünkü saatiyle aynı olan ingilizce dersinde uzatmıştı ve o günün üzerinden iki hafta geçmişti. hesaplamak gerekirse ve bazı derslerde kağıt vermediğini de not alırsak bu transferin sekiz kez gerçekleştiğini söyleyebilirim.

bütün bu sekiz transferi neden daha öncesinde merak etmediğim de ayrı merak konusu fakat cevabı çok da uzakta değil. bu tamamiyle benimle ilgili bir durum; dikkatsiz biriyim ve başkalarının ne yaptığıyla pek ilgilenmiyorum. fakat bir süredir devam eden ve beni de kapsayan bu olayı merak etmekte hakkım olduğunu düşünüyorum.

mark'ın elindeki kağıdı avucumu uzatarak aldım; önceden hazırladığım boş, dikdörtgen kağıdı sol cebimde tutuyordum ve planım iki kağıdı değiştirmekti.

kâğıt avucumla buluştuğunda gözlerim de çaprazımda oturan renjun'un gözleriyle buluştu. bana neden bakıyordu hiçbir fikrim yoktu fakat bakışlarına maruz kaldığım için kağıtları değiştiremeyerek mark'ın notunu önümdeki kişiye paslamıştım bile. renjun'un hâlâ bana baktığını fark ettiğimdeyse "ne var lan?" gibisinden bir bakış fırlattım ona. sağ kaşını havaya kaldırarak kısa bir süre daha bana bakıp önüne döndüğünde ne yapmak istediğimi fark ettiğini anlamıştım.

huang renjun, çocukluk arkadaşım. ilk ve ortaokulu birlikte okuduğumuz gibi liseyi de beraber okuyorduk. dışarıdan sessiz biri gibi gözükebilir ama arkadaşlarıyla sosyal bir kelebeğin tekidir kendisi. keman çalma ve çizim gibi hobileri var, yetenek ikinci ismi diyebiliriz. ayrıca oldukça zeki biridir, derslerinin üstüne biraz düşse okul birincisi bile olabilir. zeki olduğu kadar dikkatli birisi, çocukken dedektif olmak istemesi boşuna değilmiş. bunu, ingilizce dersinde de anlamış oldum.

dersin bittiğini müjdeleyen zil sesi ile sırt çantamı alarak sınıftan çıktım, beklediğim üzere renjun birkaç saniye sonra yanımda bitti.

"az önce düşündüğüm şeyi mi yapacaktın sen?" renhun az ve öz konuşmayı severdi.

sırt çantamın kollarına sıkıca asıldım ve renjun'un hangi konudan bahsettiğini anlamıyormuş gibi bir yüz ifadesine büründüm. tabii arkadaşım beni, kombinimin sadece bebek bezi olduğu zamanlardan beridir tanıdığı için bu numarayı yutması zordu.

"yüzünü hiç ekşitme." o beni ne kadar iyi tanıyorsa ben de onu o kadar iyi tanıyordum işte.

cümlesini söyledikten sonra dik dik yüzüme baktığında ona, planlarımı anlatmam gerektiğini biliyordum. okuldan çıkıp eve doğru yürürken mark'ın not gönderme sevdasını ve merakımı hızlıca anlatmaya başlamıştım.

"can you pass this note, please?" :: markhyuck Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin