Medya; Kendimden Hallice • Anla
Evde kendime hazırladığım ders çalışma programına günü gününe uysamda bazen çalışamayacak kadar kafam allak bullak oluyordu. Mesela; matematik sınavı olduğu zaman sıkı çalışmalarımla 100 beklediğime emin olduğum not 96 çıktığında sinirimden çalışamazdım. Veya sözlülerden hak etmediğimi düşündüğüm bir not aldığım zamanda çalışamazdım.
Ama bu seferki durum bambaşkaydı. Bu sefer kafam o aptal dersleri düşünmüyor, hiç düşünmemem gereken birini, Dolunay'ı düşünüyordu. Kendimi oyalamak için test çözmeye kalkışsam bile aklımdan çıkmak bilmeyen çocuk yüzünden bir paragrafı 6 kez hatim etmek zorunda kalmıştım.
En sonunda test çözmekten bir halt anlayamadığım için akan burnumu gürültülü bir biçimde peçeteye sümkürdüm ve çalışma masasından kalktım. Altımda bol siyah eşofman, üstümde bordo ve sol göğüs kısmında galatasarayın simgesi, aslan resmi olan bir sweatshirt giymiştim. Hem havaların buz gibi soğuk, hem de benim grip olmamadan dolayı çok fazla üşüyordum ve Sweatshirt'ün üstüne de yünlü, gri-beyaz renkli bir hırka giymiştim.
Saat öğleden sonraydı ve ben üç saatlik çalışma programını aptal biri için yapamamıştım. Bunda biraz grip olmamın da payı vardı ancak önceden de grip olduğumda testlerimi çözmekte zorlanmıyordum.
Odamın içinde öylece yatağımın üstünde oturmuş burnumu çekerken kapımın açılmasıyla gözlerimi pörtleterek kapıya diktim.
"Anne ödümü kopa-"
Odama gelen kişinin annem değil de, tüm gün aklımdan çıkmayan ve onun yüzünden dersime çalışamadığım kişi geldiğinde bir an şaşkınlıktan küçük dilimi yuttum sandım.
"S-sen nas-"
"Annen çok tatlı bir kadınmış, arkadaşın olduğumu söylediğimde sevinçten yanaklarımı sıkıp hemen içeri aldı. Dediğine göre hiç arkadaşını eve getirdiğini görmemiş."
Derin bir iç çektim ve elindeki poşetlerle beraber yanıma oturmasını izledim. Evet, hiç arkadaşlarımı görmedi çünkü hiç arkadaş diyebileceğim birileri ile ilişki kuramamıştım.
"Sen benim arkadaşım değilsin." dedim sessiz bir şekilde. Onunla hâlâ konuşmak istemediğimi daha ne kadar belli edebilirdim bilmiyordum ama daha fazla yanımda olmaya devam ederse kendimi onun tehlikeli sularına kaptıracağımdan korkuyordum. Benimkisi hoşlanmaktan daha değişik bir şeydi. Onu yanımda ne kadar istemesem de bir o kadar aklımdan çıkaramıyordum. Ben onu kendimden uzaklaştırdıkça onun aklıma ve ruhuma daha çok sahip olduğunu hissediyordum. Bu yüzden kalbimi değil, mantığımı dinliyordum.
"Haklısın sanırım, arkadaş değiliz. Biz daha çok sevgili gibi durmuyor muyuz sence de?" dediğinde bir an kalbim ağzımda attı. Ayak parmaklarım dahil bütün kanın yanaklarıma hücüm ettiğini hissettim. Ama bu söylediğini benim tepkimi ölçmek için kullandığını bilmeyecek kadar da aptal değildim. Ama insan, bilse bile şaşırıyor olmaktan kendisini alıkoyamıyordu.
"Ne o? Çok mu heyecanlandın? Renkten renge girmişsin."
Dolunay'ın öyle söylemesiyle kendimi biraz yatakta geri çektim ve boğazımı temizledim.
"Ben eşcinsel değilim, yürü git başka kapıya." dedim sinirli çıkması için çabaladığım fakat titrek çıkan sesimle.
Bana kısa bir süre boyunca sırıttı. Daha sonra yatakta aramıza açtığım mesafeyi kapatarak yanıma kaydı.
"Başka kapıya gidecek olsaydım, bu kapıyı çalmazdım Savaş. Eşcinsel olmadığını söylüyorsun ama gerçek şu ki daha kendin bile farkında değilsin. Peki ben bunu nasıl anlıyorum biliyor musun?" dediğinde poşeti yere bıraktı ve iki eliyle yanağımı sıkıca tuttu. Şimdi hem geri çekilemiyor, hem de ona bakmak durumunda kalıyordum. Ne yapmaya çalıştığından habersiz, buz mavisi gözlerinin içine bakarak öylece olucakları seyrederken buldum kendimi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
buz mavisi • texting | gay
Teen Fiction[tamamlandı] • "O, buz mavisi gözlerinin beni ne kadar azdırdığını görmek ister misin?" • 250720 🌈